ama yalan yok. fena özlüyor insan. hem çok fena.
.
bu sabah otobüsle kadıköye’e inerken dedim ki kendime; "cennetin bir müziği olacaksa şayet bu england skies olmalı mutlaka." sözlerini ve anlamını bilmeden hem de. çünkü bu öyle bir şarkı. sayısını bilmeden, ilk günkü heyecanı ve sevgisiyle arka arkaya dinlediğim.
cennetin müziği dedim england skies olmalı bir kez daha.
ben bunu söyler söylemez ya da ve takribi on beş saniye sonra kumral bir güzel gelip oturdu tam karşıma. sebepsiz içe doğan sevinç gibi mutlandım. hatta gülümsedim. baktım o da güldü çaktırmadan, gri kaşkolunun üstünden doğru. omuzlarının üstünde biten, uçları permalı saçları vardı. siyah kabanı. kabanıyla uyumlu çantası bir de. ama ve doğrusu en güzeli elleriydi.
yüzünün duruluğu, gözlerinin iyimserliği, bakışlarınn yumuşaklığı hepsi birden ellerinde toplanmıştı. avuç içi büyüklüğündeki gümüş renkli telefonunu tutan o tertemiz, narin ellerinden bahsediyorum. öyle ki bana cemal süreya'nın üvercinka'sını kıskandırdı. çamlıca'dan kadıköy'e giden otobüste.
işte o sırada hiç durmadan england skies çalıyordu. söylemiştim ama artık emindim. cennetin müziği buydu. hurisi de karşımdaydı.
.
kadıköy'e indiğimde on buçuktu. soğuktu. istanbul eski günlerine nazaran boştu. ve beyin kıvrımlarımda dolaşan bir soru: sevmekten bıkar mı hiç insan doktor?
sevdiğini söylemekten?
hem bu soğuk kış gününde kalbini ısıtan sıcaklıktan nasıl vazgeçer ki insan.
seviyorum dedim ben de otobüsten inerken ve soğuk genzimi yakarken;
-seviyorum ulan istanbul
modern kitabevlerinden yükselen enstrümental müzikle, seyyar satıcı seslerinin birbirine girdiği o akordiyonik temaşayı seviyordum çünkü. ve ceylan tedirginliğinde ama telaşşsız, küçük adımlarla yürüyen narin şehir kadınlarını. herhangi bir aksiyon filminde rol alıyormuşcasına yürüyen iri yapılı adamları. kazara telefonunu düşüren gence takılan kuruyemişçiyi. bir evin çatısındaki kedilere et atan başka bir esnafı ve eti havada yakalayan tekir kediyi, kediyi şaşkınlıkla ve sevinçle izleyen ablayı da seviyorum. en nihayetinde, tüm bu olan biteni cümlelere dökmeyi seviyordum.
ezcümle sevgili doktor; bu şehri seviyorum. bu şubatı ve bu kışı.
.
bu sabah dedim ki kendime, biraz daha yazmasam sait faik gibi olacaktım!
.