sevdiğim şarkının sesini açıyorum önce ve sonra seven, volume yapan
sanki ben değilmişim gibi odayı terk ediyorum anlaşılmaz bir biçimde.
işin kötüsü döndüğümde fark ediyorum bu yaptığım her şeyi. hem katilim
hem maktûl belki de bu anlamda. belki hiç biri. ama sevdiğim şarkı
değil bana hüzün, hatta acı veren bu günlerde. sevdiğim şarkı candan'ın
tarantino kılıklı "git" şarkısı elbet. evet hala. geçen sene bu günlerde
başka bir sadakat şarkısı hüzün veriyordu. şimdi bu acı veriyor. ama
oluyor böyle bazen, insan kendini dolmuş taksinin arka üçlüsünün
ortasında tanımadığı kimseler arasında oturuyormuş gibi huzursuz,
huysuz, sıkıntılı hisseder ya. sağa sola kımıldayamaz da yolculuğun bir
an önce bitmesini diler. çabuk geçsin ve bitsin ister hani. bilmiyorsun,
maktûl ben, katil sendin o vakit. şimdi bir sene sonra hem katilim hem
maktul. ve sen yine bilmiyorsun. aslında durumun şarkı ile
hatırlattıkları ile hiç ilgisi yok. şehir ve şartlar daha bencil daha
acımasız daha toleranssız yapıyor insanı. insanlıktan çıkarıyor yani. bu
kadar boş yolculuk ettiğim başka bir zamanı hatırlamıyorum çünkü. aynı
şeyleri düşünüp aynı çözümsüzlüklere kucak açıyorum her seyr-ü seferde.
işe gidip eve dönüyorum. belki bir şey olur diye bekliyorum arada
beklenmedik. fakat hiç bir şey olmuyor. olmayacak da. ama beklemeye
devam ediyorum. hem kim bilir belki de güzel bir filmdir sokak kızı
irma. kaç gündür çantamda taşıyıp iki sayfa okuyamadığım kitaptaki
lafzına şöyle yazmış çünkü sevgili arkadaşım; ne güzel filmdi yahu. ama
ve fakat umarım çok çabuk geçer ve biter bu günler.
evet.
.
yüksek sadakat - katil ve maktûl
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...