insan bazı şeyleri görmezden ve duymazdan gelse çok daha rahat edebilir belki. yapı meselesi belki de. lakin dayanamıyorum işte ben. tepkiliyim her daim. zararım kendime oluyor biliyorum. üç maymunu oynamayı ya beceremiyorum ya bilmiyorum. kötüsü, dünyayı da düzeltemiyorum validemin dediği gibi. kendimi yiyip bitirdiğimle kalıyorum.
keşke filmlerdeki kadar kolay olabilseydi gitmek. yahut şarkıdaki gibi keşkelerin olmadığı bir yere gidebilseydim. keşke. yok öyle bir yer elbet. kaf dağının ardında bile. ama işte keşkeler bizim baş yazımız! kalabalıklar her geçen gün daha bir boğuyor. eşkiya maalesef hükümdar ve hükümran olmuş her yere. nefes almak zor. maymunun değil üçü teki bile olmak daha zor. denetime gittiğimiz x şirketinin bilmem ne müdürü kadar vurdumduymaz sallamaz, gerektiğinde en bukalemun gerektiğinde en bi sırtlan kısacası iyi bir şeker şerbetçi olsaydım bu kadar acı çekmezdim misal. ayrı bir sanat işi tabi onu icra etmekte.
oysa biz yapıyoruz hödüklüğü yine kendimize. hani misal kuyrukta ya da trafikte yaptığın boktan basit bir jestin seni nasıl yurda yarar büyük işler yapmış insan gibi sevindirdiğini görse bazı hıyarlar, en azından sokakta stres diye bir şey kalmaz. aha bugün misal geçiş üstünlüğüm olmasına rağmen hiç tanımadığım birine yol verdim. boyum nasıl uzadı, nasıl havaya girdim anlatamam. hele başıyla bir de teşekkür edince papazın çayırında fenere beş atmış gibi sevindim.
lakin işte yabancı sözlü istanbul şarkıları da çalmıyor artık radyolar. kusana kadar ara-bex dinlemek istediğim zamanlar oluyor o yüzden. ama kusarım diye dinlemiyorum. söyler misin hayat neden şekil yapıyor feridun ağbi? öyle salt şarkı söylemekle olmuyor bu işler.
ya da ben ayça şen başkan kadar şen olabilseydim sabahın yedisinden onuna kadar en azından. radyo eksene tekrar dönmüş. kaç defa gitti kaç defa döndü bilmiyorum ama baba'nın dönüşlerinden daha çok sevindim emin ol. hani deli dolu coşkulu havai, dengesiz ne idüğü belirsiz kelamlarının yanında arada söylediği öyle kelamlar var ki haydar sanayi tipi tüp örtüsü gibi kaplıyor tüm zamanı. ha ne idüğü belirsiz kelamlarını da seviyoruz bazen, o ayrı. bu arada haydar sanayi tipi tüpleri isponsorluğu cuk oturmuş şaka ya da gerçek ben bilmem. gerçi ben hala arabamın üstünü örtemedim aldığımdan beri. bizim bahçenin kuşları da cır cır olmuş gibi pırt pırt sabah akşam sıçıyorlar arabanın üstüne üstüne. bugün yıka 15 dakika sonra seksenlerin kapkara haliç'i gibi oluyor arabanın üstü. hayır bi de beyaz kir göstermez derler. işte yine günlerden bugün ama aylar sonra validenin çeşmesinden hortumla yıkarken arabayı bir iki sene öncesi aklıma geldi. kışlarımız ve yazlarımız ılık ve de az yağışlı geçerken hani; arabanızı hortumla yıkamayın, çimlere basmayın, sevenleri ayırmayın, dünya çöl olmasın, uçaklarımız türbülansa girmesin diyordu ya ana ve ara haber bültenleri. işte o ara hem tembelliğime iyi geldiği için hem de toplumsal bir olaya kendi çapımda destek vermek için bir adet fırça ve yarım kova suyla yıkıyordum arabayı. zaten bir buçuk ayda bir yıkıyordum dokunmuyordu bana. sonra ne oldu? unutuldu. keneler bastı önce sonra kuş sonra domuz gribi falan derken hepten unutuldu bu canım film. oysa susuz yaz çok güzeldi. zamanında demişti bazı büyüklerimiz de dinlememiştik. eskiden buralar hep dutluktu. şimdi beton yığını yeğen diye! kadir ve türkan bilmeyen bir nesil yetişiyor artık. yazık! tabi ki hülya koçyiğit oynamıştı o filmde. ama al yazmalı'yı da bilsinler istedim doktor.
yoksa ben de yolda giderken öyle envai çeşit şarkı dinleyebiliyorum istanbul merkez stüdyoları sayesinde. ama evde tek bir şarkıya odaklanıyorum nedense. onlarca kez dinliyorum. kafi geldiğini düşününce başka birine geçiyorum. yazının seyrini etkiliyor bazen bu şarkılar. misal şimdi farid farjad'ın istanbul eseri çalıyor. bir hızlanıyor bir yavaşlıyor. esasen hüzünlü gibi dursa da çok sevinçli bir şarkı bence. coşkulu bir de. evet hüzünlü bir sevinç var. en azından samimi yahu. o kadar içten ki yazıyı bile bağlayamadım. durduramıyorum kendimi. abi titrettikçe tahran'dan kemanın telini benim gönül yayları sallanıyor taa istanbuldan.
gönül yayı demişken bahar geldim geliyor diyor. eee yapıyor, cee yapıyor, sonra küsüyor. başka bir gün gülümsüyor, sonra yine somurtuyor falan. ne ayak hala anlayamadık. istanbul'un lale devri bitiyor, papatyalar beyazdan sarıya dönüyor ama bizimki oralı değil hala. hani sağda soldaki afişleri, festivalleri görmesek sonbaharda mıyız ilkbaharda mıyız anlamayacağız. ha çok mu mühim? değil aslında. metrobüste her gün gördüğüm egzantrik ama gereksiz ispanyolca kurs reklamı kadar önem vermiyorum inan olsun. işiniz gücünüz yoksa paranız çoksa takılın bize eer türlü sanatsal aktivitenin ispanyolcasına talip olalım tarzı bir reklamasyon, bir ajitasyon sorma gitsin. abartı sosu çok belki ama öte yandan canım çekmiyor da değil hani.
aylaklık var.
ispanyolca var.
film var.
bu arada benim kelimem... la lluvia...
ya senin ki amigo?
haydi adios
.
.