sevmiyorum bu kaz gelecek yerden tavuk esirgememe hallerini, güdümlü
çıkar ilişkilerini. sahte, yapay ve zoraki gülüşleri, samimiyetsiz yüz
ifadelerini. bunun için yapılan sıkıcı iş yemeklerini. allaht'an arka
fonda deniz ve üç beş balıkçı teknesi vardı da çekip çıkardı beni bu
boğan ortamdan, bedenim ordaydı belki ama ruhum başka diyarlardaydı.
lakin arada kaçak yapıp düşüveriyordum bu bol dumanlı ve puslu ortama.
yedi kişiydik. en az konuşanıydım grubun. zaten tavuğu bağışlayan ve kaz
vereceklerden başka konuşan yahut konuşmaya niyetli pek kimse yoktu. olanlar da kümes sahipleri tarafından bertaraf ediliyordu nazik ama
samimiyetten uzak plaselerle. işte o kaçak anların birinde garsonlar
pervane olmuşken etrafta arkalardan bir yerden; o naif, o eski
istanbul nezaketinde ama otoritesinde; "alakadar olun" çıkışını duydum
hanımefendinin. dönüp bakmadım bu naif ama hakkını arayan insana. belki de
utandım halimden, halimizden. bir kaç kez daha tekrarladı bu sözcüğü.
ama bir kelime bu kadar mı hakkı verilerek söylenir. bir tek kelime. o
an o lanet olası toplantıyı terk edip o hanımefendiyle sohbet etmek hatta ben
hiç konuşmayayım o anlatsın hep ben dinleyeyim istedim. arkada
rüzgarla ve dalgalarla oynaşan sevda çiçeği isimli teknenin içinde olmak ya da....
.