dolmuşa binen abla en derininden bir OFFFFFFF çekip "hiç sevmiyorum" dediğinde yanındaki abiye, sevmediği pazartesiler miydi yoksa benimkisi gibi "her sabah her sabah çekilecek çile mi lan bu" babında bir offf muydu bilemedim. trabzonun ilçesi tadındaki espriyi yapmıyorum farkındaysan. neyse o abla bu şekil yani etna yanardağının en koyu derinliklerinden gelen çok ama çok içten off’u çektiğinde en dışından bense tüm derinliğimle ama en içimden "ne ki bu şimdi? sabahın köründe hem de pazar hariç her sabah her sabah hep aynı kalabalık, aynı trafik ve her zaman bir tarafa yetişmeye çalışan biz insancıklar. nihayetinde hep aynı terane. hayat mı lan bu? bunun sonu nereye varacak böyle?" vari nadir yaptığım felsefik, oşinografik ve asitmetrik paralel tadındaki içsel söylenmelerimi yapıyordum. yoo hayır bunamadım daha. tamam bazen şizofrenik belirtiler gösterebiliriz ama onun dışında eşek gibi sağlıklıyım. ruhen ve bedenen…evet. zaman zaman böyle mevsim normallerinin dışına çıktığında havalar, ben de normallerimin dışına çıkıyorum işte. beyin ve kalp damarlarım kısa devre yapıyor. o kadar. "işte ben böyle şansızsızım gül diksem diken biter işte" tadında işe giderken yazdan kalma güzel bir kış güneşinin yerküreyi ısıttığı bu sabah dolmuşun penceresini sonuna kadar açtım temmuzda dahi zatürre olacağı sanıp bir türlü açmayan ablalara, amcalara inat. ohh püfür püfür esiyor şerefsizim. sonra müsait bi'yerde indim.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...