ufuk – tan – doğan ve güneş isimli hayat bilgisi kümelerimiz vardı. barakadan bozma bir sınıfımız, yerli malı yurdun malı haftalarımız ve simsiyah önlüklerimiz bir de. on iki eylüle vardı daha. . atmaca soyadlı gençten bir öğretmen gelmişti. o zamanlar solcu nedir, sağcı kimdir bilmiyorduk. ama kim, niye, nasıl dedi bilmiyorum. solcu öğretmenmiş dediler. erkekler ve kızlar haremlik selamlık oturuyorduk. erkekler ve kızlar bundan sonra karışık oturacak dedi. sevdim bu öğretmeni. karışık oturttu bizi. lakin başta ben olmak üzere tüm afacanları iki cadalozun arasına oturtunca bir de üstüne üstlük sarışın mavi gözlü kız da defterimi yırtınca sevmekten vazgeçtim bu solcu öğretmeni. net olmaya yakın az karıncalı hatıralar bunlar. flu olan ise o gün evimizden yaklaşık bir km uzaklıktaki okulda değil de bütün bir sınıfça hatta neredeyse okulca (hepi topu dört sınıftık zaten) bizim evin sokağında ne arıyorduk ve ne diye bağırıyorduk onu hatırlamıyorum. yılmaz’ın babası sendikacı hasan amca’nın minibüs durağında üzerinde gazete kağıtlarıyla niye yattığını, niye vurulduğunu da bilmiyorduk haliyle. küçüktük daha o zaman. ama şimdi büyüdük ve öğrendik ki küçükken de kirliymiş dünya.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...