nasıl olmasını istediğimi hiç düşünmediğim bir geleceğin gelip beni
bulacağını inanıyordum. insan ya kendi kendine konuşur ya da yazar.
kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. oysa ne fark var ki arada? bu
satırları kaleme alarak kimseye hitap ediyor değilim. kendimi meşgul
etmeye çalışıyorum sadece. herkesinki gibi benim hayatımda roman. hep ne
olduğunu bilmediğim büyük eksiğinin yakında tamamlanacağını umduğum bir
roman. sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine hem o sırta
bakana. sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış
demektir. kapılar kapanmalıdır, dünya güvenilmez bir yerdir
çünkü. kapısını kapalı tutmayan kirli suyun içeri sızmasına, kendisini
çürütmesine, yok etmesine razı demektir, ama belki de doğrusu budur, dünya
yorucu bir yerdir çünkü. üç çocuklu bir aile olarak yaşadığımız yılları
hatırlıyorum da, mutsuz değildik, ama mutlu da değildik. iki halin
arasında olmaktık, mutlu/mutsuz, zengin/yoksul, sağlıklı/hasta,
çalışkan/tembel, yerleşik/göçebe ve daha bir çok sıfat. hayatla
kaynaşmış insanları izliyordum; alışveriş yapıyorlar, acele
ediyorlar, yük taşıyorlar, telefonla konuşuyorlar, öfkeli görünüyorlardı.
öte yandan yazabilirsem kendim olacağım sanıyorum. bir gün herkes
kendisi olsun .kendi hikayem hafif hatta basit geliyor bana, basit
hikayelerle oyalanmış bir ömrün sahibi olmak ise ağır geliyor,
eziliyorum. zorlu bir nehri geçebilmek için uzanacak eli beklemek
yerine, oynak olduğunu bildiğim taşlara basabilmeliydim. basamadım,
olduğum yerde kaldım....
-------------- -------------------------------------------------------
ayfer tunç'tan (taş-kağıt-makas ve evvel otel).