big in japan - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

big in japan


ruhumuzdan bir parça daha ödünç alan güneşli bir pazar. 22 ekim. itiraf etmeliyim. yıldızım bir türlü barışmadı bugünle. özgürmüş gibi gözüken aslında özgürlük kısıtlayıcı bir gün bana kalırsa. meg ryan ablamızın kate leopold filminde dediği gibi;

pazar işe başlamadan önceki gün! böylece zehirlenmiş oluyor....
.
çalışmak değil mesele. programlanmış zorundalıklar. bir sıkışıklık, bir yokluk hissi. 
manasız. 
.
normalde böyle güneşli pazarlarda evde kalmam. her ahval ve şeraitte dışarı atarım kendimi. lakin bugün üzerimde bir eylemsizlik hakim. anlamaya çalışmıyorum. yine de sıkıyor bu durum. yoruyor. çok yoruyor. ezeli alışkanlık. dışarıda salınan güneşe kayıtsız kalamadım. balkona çıktım. müziği açtım. bu şarkıya ve bu sese bayılıyorum. ane brun-big in japan. sanki biraz sakinleştim. şimdi. yazmaya başladım. fakat yazının nereye gideceğini hakkında hiç bir fikrim yok. iki üç cümle sonra bitebilir. veyahut tarihimin en uzun yazısını da yazabilirim. 
bilmiyorum. 
kahve içmem lazım. şekersiz. az sütlü. belki de artık bazı şeyleri değiştirmeliyim. sade kahve içmeliyim. pazar günü inşaat yapan hödük komşuma sinirlenmemeliyim. daha fazla tom waits, daha çok vaya con dios dinlemeliyim. haddinden fazla şiir okumalı. daha çok fotoğraf çekmeliyim. az önce mesela tepemden geçen bir uçağın fotoğrafını çektim çocuksu bir heyecanla. pek bir şeye benzemedi. ama o heyecan kafi geldi. bir şeyleri özlüyorum. bazı insanları. geçmişimi. belki çocukluğumu. bazen geleceğimi! lakin içimde halka halka olan boşluğu tarif edemiyorum. keşke şiir yazabilme kabiliyetim olsaydı. belki diyorum o zaman...
.
az önce bir uçak daha geçti. onu da fotoğrafladım. büyüklü küçüklü, çeşit çeşit, rengarenk uçaklar. beyaz ağırlıklı. kırmızı, lacivert, gri uçaklar. görüş açısına girip çıkmaları on, bilemedin on beş saniye. ömür de böyle. bir göz açıp kapama mesafesinde aslında. bir varsın. bir yok. ama insanız. aldanıyoruz. hayatı çok uzun sanıyoruz. oysa kuşlar uçuyor!