358- ferahfeza - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

358- ferahfeza




bazı sesler diyorum ibrahim; acayip mektup yazma isteği uyandırıyor bende. duymak yeterli. misal göksel. böyle hüzünle neşe iç içe geçmiş. sanki 1970’len ikinci yarısından gelen bir titreşim. öyle tanıdık. öyle nostaljik,
oysa sıcak bir kahveci koltuğunda pinekleyen kedi gibi oturmuş düz yazacaktım bugün. hem de ne yazacağımı bilmeden. çünkü bu kahveyi içmeyi değil de kokusunu, çalakalem yazdırma isteğini seviyordum. üstelik bu sabah işlerim hep aksi gitmiş. planlarım sekteye uğramıştı. yapacak iyi bir işim yoktu. ne yapacağımı bilmiyordum. 

akşamdan kapının önüne koyduğum mavi çöp torbasını alıp çıktım. cadde boyu yürüdüm. öncesinde elbette çöpümü attım. sonra bu kahveci çıktı önüme. kahvecide de pinekleyen fotoğraftaki kedi. kahve kokuları eşliğinde öyle gelişigüzel yazacakken göksel çalmaya başladı birden. işte o an uzun, çok uzun bir mektup yazma hissi doğdu içimde. ama öyle böyle değil. geniş, kocaman, ferahfeza bir istek..

mektup yazacaktım.  tamam.
ama kime?
sana, yüzyaşım’a, leyla’ya, martha’ya, manastırlı hilmi bey’e yahut çoğu zaman olduğu gibi bir şişeye koyup denize bırakacağım orta ve yakın dünyada alıcısı belli olmayan bir mektup?
çok düşünmedim. ilk aklıma gelen sendin sevgili ibrahim. aziz dostum. zaten senden başka en iyi kim anlayabilirdi beni. 

yılın bu son ayının yirmi dördüncü gününden, zatımın kendimle sidik yarışının bir ürünü olan 365 gün yazı serisinin üç yüz elli sekizinci yazısından, yanımda bir aynasıyla cımbızı eksik dünyadan umarsız yatıp pinekleyen kedinin upuzun bıyıklarından, güneşli ama soğuk istanbul ikliminden,  göksel’in o nemli sesinden, kahvecide beni çıldırtan sandalye sürüme seslerinden, ama ve en mühimi kahve kokularının ortasından selam olsun  sevgili dostum.
beni merak etme.
ben iyiyim. 
depresyonda değilim. 
sadece kedilerin, freelance çalışan gençlerin uğrak yeri meşhur bir kahvecideyim.
.