çünkü ve az evvel sana yazdığım üç sene önceki ilk mektubumu okudum.
şaşırdım. güldüm. hani biraz daha zorlasam ağlayabilirdim de.
üzüldüm lan halimize.
bu kadar plandan, projeden, hayallerden ve ağaç evlerden ciddi ciddi bahsederken şimdiki halımıza bak! yazık, çok yazık etmişim geçen yedi yüz on beş güne. bir arpa boyu yol alamadığım gibi hep yerimde saymışım.. iki ileri bir geriye bile razıyken olduğun yerde saymak ve hatta gerilemek diyorum nerden baksan ahmaklık olmalı..
şaşırdım. güldüm. hani biraz daha zorlasam ağlayabilirdim de.
üzüldüm lan halimize.
bu kadar plandan, projeden, hayallerden ve ağaç evlerden ciddi ciddi bahsederken şimdiki halımıza bak! yazık, çok yazık etmişim geçen yedi yüz on beş güne. bir arpa boyu yol alamadığım gibi hep yerimde saymışım.. iki ileri bir geriye bile razıyken olduğun yerde saymak ve hatta gerilemek diyorum nerden baksan ahmaklık olmalı..
oysa hep derim. yine diyorum; sonu bu denli kesin olan bir hayatı çok fazla ciddiye alıyoruz yüzyaşım. olur olmaz her şeyi dert küfesi olarak yüklenmek, ota boka öfkelenmek, bir gün hatta bir saat sonra kimsenin sallamayacağı, aklının ucundan geçirmeyeceği incelikleri tesbih tanesi gibi biriktirip kalbine yüklenmek diyorum nasıl bir hammallıktır. oysa beri tarafta hayat akıp gidiyor. tutabilene aşk olsun. bu yaşıma kadar tutamadım maalesef. ya bundan sonra? hele bi’söyle, bir işaret çak. gittiğim yol yanlış biliyorum ama es kaza doğru sonucu bulma şansımda mı yok. de bi’hele?
hem sana da oluyor mu bilmem hala? bana çok sık oluyor misal. güzel ama çok hüzünlü anılarım geliyor durup dururken aklıma. kırdığım kalpler sonra ve kırıldığım yüzler. babamla ilk vapur seyahatim, denizi ilk görüşüm. kilisenin bahçesinde yâri ilk öpüşüm. halbuki sığmıyor günahlarım artık heybeme. söz verdiklerim. sözünü yediklerim.
bir oturuşta ne kadar hüzünlenebilir ki bir insan?
en fazla kaç santigrat özleyebilir mesela?
hangi müspet ilim açıklayabilir içimizdeki aşksızlığı yahut bir üçgenin iç açılarının toplamından daha fazla olan acılarımızı?
hem sana da oluyor mu bilmem hala? bana çok sık oluyor misal. güzel ama çok hüzünlü anılarım geliyor durup dururken aklıma. kırdığım kalpler sonra ve kırıldığım yüzler. babamla ilk vapur seyahatim, denizi ilk görüşüm. kilisenin bahçesinde yâri ilk öpüşüm. halbuki sığmıyor günahlarım artık heybeme. söz verdiklerim. sözünü yediklerim.
bir oturuşta ne kadar hüzünlenebilir ki bir insan?
en fazla kaç santigrat özleyebilir mesela?
hangi müspet ilim açıklayabilir içimizdeki aşksızlığı yahut bir üçgenin iç açılarının toplamından daha fazla olan acılarımızı?
neyse ki hala saçımızı şefkatle okşayacak, dayanma gücü verecek yakınlarımız, dostlarımız var şu hayatta. çok şükür. binlerce şükür.
annem tabi ki en başta.
bu sabah işte, erkenden anneme gittim. her zamanki gibi dış kapının sesini duyar duymaz "geldin mi oğlum?" diye bağırdı. oysa sabahın yedisinde onu uyandırmamak için hırsız sessizliğinde çevirmiştin anahtarı.
"geldim anne" dedim yüzünü görmeden, elini öpmeden daha. eskisi gibi değil artık annem. daha da yaşlandı. daha sık uğruyorum yanına. eskiden kırk dereden su getirip ötelediğim "saçma işlerini" bile ikiletmeden yapıyorum artık. çünkü geçmiş gün annem, ben ve komşumuz tatü ferhatla çay içerken tatü'yü yanıma alıp annemin bitmek bilmeyen buyurganlığına takılayım istedim. ama o koca adam çocuk gibi ağlamaya başladı birden. "mithad abi ben de çok dalaşıyordum annemle ama hala çok özlüyorum. kıymetini bil abi" dedi salya sümük, iki buçuk sene önce kaybettiği annesini anarak. bunun üzerine "yaa ya" dedi annem. üstüne "hey gidi fatma bacı" diyerek derin bir iç çekti. tatü ferhat içine doğru biraz daha ağladı. bense suç işlemiş çocuk gibi sessizleştim. uzunca bir süre konuşmadım. ve o gün bugündür itiraz etmiyorum annemin aynı anda istediği üç işi yaparken dördüncüye yetişmeye çalışıyorum. biraz zor oluyor ama sonucunu görmek keyifli oluyor. bugün de öyle oldu.
annem tabi ki en başta.
bu sabah işte, erkenden anneme gittim. her zamanki gibi dış kapının sesini duyar duymaz "geldin mi oğlum?" diye bağırdı. oysa sabahın yedisinde onu uyandırmamak için hırsız sessizliğinde çevirmiştin anahtarı.
"geldim anne" dedim yüzünü görmeden, elini öpmeden daha. eskisi gibi değil artık annem. daha da yaşlandı. daha sık uğruyorum yanına. eskiden kırk dereden su getirip ötelediğim "saçma işlerini" bile ikiletmeden yapıyorum artık. çünkü geçmiş gün annem, ben ve komşumuz tatü ferhatla çay içerken tatü'yü yanıma alıp annemin bitmek bilmeyen buyurganlığına takılayım istedim. ama o koca adam çocuk gibi ağlamaya başladı birden. "mithad abi ben de çok dalaşıyordum annemle ama hala çok özlüyorum. kıymetini bil abi" dedi salya sümük, iki buçuk sene önce kaybettiği annesini anarak. bunun üzerine "yaa ya" dedi annem. üstüne "hey gidi fatma bacı" diyerek derin bir iç çekti. tatü ferhat içine doğru biraz daha ağladı. bense suç işlemiş çocuk gibi sessizleştim. uzunca bir süre konuşmadım. ve o gün bugündür itiraz etmiyorum annemin aynı anda istediği üç işi yaparken dördüncüye yetişmeye çalışıyorum. biraz zor oluyor ama sonucunu görmek keyifli oluyor. bugün de öyle oldu.
son tahlilde; mektuplar diyordum, hayat diyordum sevgili yüzyaşım. sana yazdığım ilk mektubumla son mektubum arasında geçen zamanda biraz daha büyüdüm, biraz daha piştim, bazen üzüldüm, bazen sevindim, bazı şarkıları onlarca kez peş peşe dinledim, bazı filmleri henüz beşinci dakikasında bıraktım, yollar yürüdüm, şehirler geçtim, üç kez istifaya yeltendim, bir kez aşık oldum, sayısız ve imkansız hayaller kurdum, kısa cümlelerle uzun şiirler yazmayı denedim, her kış olduğu gibi bu üç kış da çok üşüdü ellerim, ama hiç durmadım hep koştum hayatın peşinden, durursam düşerim sandım çünkü, mirkelam ile forrest gump arası bir yerlerde hep koşturdum. yetişemedim tabi. yetişenlere selam olsun. ama en çok sana sevgili yüzyaşım.. en çok sana selam olsun..
