çok çok uzak yollardan gelmiş, yüzyıl savaşlarından çıkmış gibi yorgun, belki biraz pişman, biraz umut dolu ama çokça kaybolmuş biçimde kapını buldum ve çaldım. sen sanki yüz yıl önceden bu anı bekler gibi kendinden emin, her zamanki gibi vakur, denizleri kıskandıracak kadar derin gözlerinle, en güzel yüzünle ve en rengarenk elbiselerinle ama dudağının kenarında alaycı ve sessiz bir gülüşle karşıladın beni. hiç konuşmadın gecenin bir vakti. lakin gözlerinde yüzlerce soru gördüm. ve sitem ve kırgınlık ve öfke. ve fakat en çok sevgi ve özlem gördüm. hadi anlat diyordu gözlerin. anlat! yokluğumda neler yaptın, nerelere gittin hangi gönüllere girdin de çıkış kapısı olarak burayı buldun? anlat diyordun iki elinin tersi iki belinde. oysa ben anlatamayacak kadar kaybolmuş, konuşamayacak kadar yorgundum. sağ elimin işaret parmağıyla kapının ucundaki yer yatağını gösterdim. birazcık uyuyayım, nefesinin gölgesinde azıcık dinleneyim istedim. hiç bir şey demeden sırtını döndün. bir mevsim, belki bir asır geçişi kadar süren bir zaman diliminde yavaşça ve şefkatle açık olan pencereyi kapattın… .. .