bostancıya gitmek üzere peronda bekliyoruz. sağımda kırmızı etekli kıvırcık saçlı esmer bir kadın. solumda otuz beşlerinde küpeli, bıyıklı bir adam. yedi-sekiz kişilik demir bankı üç kişi, itilaf devletleri gibi geometrik olarak paylaşmışız. eşit aralıklarla başta, ortada ve sonda sakince oturuyoruz. ama sonra o koku. kırmızı etekliden nefis bir parfüm kokusu geliyor. kayıtsız kalmak imkansız. oysa kokuyu tanımıyorum. bildiğim bir rayiha değil. ama bana fena halde çocukluğumu hatırlatıyor. ışıklı tabelada trenin gelmesine beş dakika olduğunu gördükten sonra gözlerimi kapatıyorum. çünkü böyle bir fırsat kim bilir bir daha ne zaman gelir! annem mutfakta domates kesiyor. kokusu yüksek giriş balkonumuza kadar geliyor. tebeşirle yere çizdiğimiz zeminde kardeşimle dokuz taş oynuyoruz. bahçedeki ağaçlardan mahalleye kuş sesleri yayılıyor. uzaklardan yoğurtçu hasan amcanın çıngırağının sesi geliyor. hafız üst balkondan aşağı sarkmış top oynayalım mı diye soruyor. o sırada sınıfımızın en güzel kızı özlem evimizin önünden bize doğru gülerek geçiyor. aynı kıza aşık olduğumuz hafız’ın elindeki mavi plastik top kafama düşüyor. trenin kapı kapanma düdüğü ile ortalık yıkılıyor. gözlerimi açıyorum. kırmızı etekli kadın hareket eden trenin camından tüm yabancılığıyla bana bakıyor. hem o güzel kokuyu hem treni kaçırıyorum. ama anılarımı yakalıyorum.
.
*bade nosa, birsen tezer - hüznümün tüccarı