annemin bahçesinden fizan’a upuzun bir yol yapan karıncaları anlamaya çalıştım. bu yapış yapış istanbul neminde hiç mi terlemezler dedim. bıkmadan usanmadan pıtır pıtır kuzeyden güneye, güneyden kuzeye gidip geliyorlar iki sabahtır. biz anlamsız dertleri yük edinirken onlar boylarından büyük çöpleri taşıyorlar. “manyak mısınız oğlum siz?” diye bağırmak istedim. komşulardan utandım.
bağırma isteğimin sebebi elbette ki o narin yaratıklar değildi. ve elbette bunun yansıtma olduğunu bilecek kadar psikolojiyi üniversite birde bize de okuttular bayım. anneme için üzülüyorum asıl. hani diyor ya emrah serbes bir hikayesinde; “elinden bir şey gelmemenin acısını bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir, ağır ağır suyun dibine çöken taşlar bilir.” benimkisi biraz o hesap. biraz benden. biraz ondan. biraz herkesten. biraz da bu modern hayattan.
bazen katılığıma ve eylemsizliğime kızıyorum. bazen şimdiki gibi hiçbir şey yapmak istemezken dünyanın yükünü sırtlamaya çalışmama kızıyorum. ruhum bu kadar tembelken bedenimi karıncalarla yarıştırmaya bir anlam veremiyorum. olayları bir türlü akışına bırakmayı öğrenmemiş olmama sinirleniyorum. dünkü iran filmde izlediğim nevid geliyor aklıma sonra. ben asabi değilim. ben asabi değilim diyorum. beynimi kandırmaya çalışıyorum.. karıncalara haykırmak istiyorum. oysa dünyaya kızıyorum bayım. ama ve kesinlikle asabi değilim. kesinlikle..
.