cam kenarındayım. uykum yok. okuyasım yok. yazayım bari. ama ne yazayım? yanımda bir abla var. balık etinden biraz hallice. iki koltuğu paylaşıyoruz. bir buçuğunda o oturuyor, yarısında ben. ağzında yumruğum kadar sakız. her harf basışımda onun geviş getirmesine tanık oluyorum yan gözümle. başımı kaldırıp tam yol ileri bakıyorum. abinin biri yakında ölecekmiş gibi katıla katıla öksürüyor. orta bölümde beyaz mintanlı, beyaz kulaklıklı küpeli ve kirli sakallı esmer bir genç siyah gözlükleriyle stevie wonder gibi bakıyor. hemen yanında iki kadın dün akşamdan bu sabaha kadar gelişen dedikoduları nefes almadan anlatıyorlar birbirlerine. ama birbirlerini dinlemiyorlar. aynı anda konuşuyorlar. otobüste kimse anlamıyor onları. ama konuşuyorlar. mutlular. yazık nasıl bir esaret altındalarsa artık!
her durakta biraz daha kalabalıklaşıyoruz. dedikoducu ablalar dışında herkesin kafasında düşünce baloncukları, ellerinde hikaye kaydırdıkları bir akıllı telefon. bir an önce bu sıkıcı yolculuğun bitmesini bekliyoruz. hatta ve belki bazılarımız bilinçaltı da olsa bu çilekeş hayatın son bulmasını istiyor gibi. kimse mutlu değil. robotik hallerde yapıyoruz her şeyi. sabah işe gidiyoruz akşam eve dönüyoruz. kafamızdaki binbir düşünceyle birlikte…
içerisi ter ve sigara kokuyor. pencereyi bindiğimden beri üçüncü kez biraz daha büyüterek aralıyorum. güzergahı uzun olduğu için ineceğim durağa kadar yükünü alıyor otobüs. haliyle inmek zor hatta bazen işkence oluyor. her seferinde bir daha bu otobüse binmeyeceğim diyorum. lakin hız, alışkanlık, sabırsızlık ve daha bir sürü şey yüzünden aynı otobüsün terkisinde buluyorum kendimi. ama değişim şart sevgili ibrahim. değişim şart..
.