şimdi.
pazar.
dokuz yirmi.
mahalle terk edilmiş şehir gibi. gece üçe kadar balkonlarda, camlarda oturan ahali şimdi adeta ölüm uykusunda.
üçüncü bardak çayımla oturmuş patates kızartması kokuları eşliğinde arabesk rock cover dinliyorum. oturduğum yerden sokak görünmüyor. bazen ayağa kalkıp umuma bakma ihtiyacı duyuyorum. o vakit işte elinde bir poşet, düşünceli adımlarla yürüyen uykusuzları görüyorum. pazar sabahı uyumayan adam candır. bizdendir. pamuklara sarılasıdır. ah bir de o cırtlak kırmızı tişörtü giymeseydi ya.. neyse. rüzgar öyle güzel, öyle ılgıt ılgıt esiyor ki diyardan diyara gezdiriyor beni. ama en çok çocukluğumun kıyılarına yanaştırıyor.
orta iki güzüne mesela.
gözümü dünyaya açtığım günden o güne, on üç yıl boyunca yaşadığım, çamurlarına battığım, dizlerimi kanattığım mahalleden hatta avrupa’dan asya’ya göç etmişiz. yıllardır didinip durduğu yuvasının önünden alınıp hiç bilmediği başka bir ortama bırakılan karınca gibi şaşkın, çaresiz biraz da öfkeliyiz kardeşimle. kimseyi tanımıyoruz. ne mahallede ne okulda. tanımak isteyen de itlik peşinde. ilk beden dersinde yanlardan iki beyaz şeritli, lacivert eşofmanlarımızı giyinirken erdal iti tekerlemeyle karışık bana hakaret edince kendimi aştım. ömrümün ilk yumruğunu orada attım ve turnikeye koştum. turnike başarısız oldu ama hayatı uygulamalı öğreniyordum. o yumruktan sonra erdal ve türevleri bana ilişmediler. hatta saygıda kusur etmediler.
mahallede durum farklıydı. benden dört yaş küçük kardeşimle ilk günler okul dışında sokağa çıkmadık. olan biteni pencereden izledik. çocuktuk. ve resmen dünyamız değişmişti. kendi kendimize entegre olamayacağımız çok açıktı. babam girdi devreye. bugünkü gibi sıcak ama rüzgarlı bir sabah, karşı evin benim yaşlarındaki çocuğu celal’i bulmuş getirdi bize. celal ile aynı okula ama farklı sınıflara her gün beraber gittik. celal üç numaraya vurulmuş kafası, mavi gözleri ve muzip yüzünün aksine sakin, uyumlu bir çocuktu. haliyle en iyi arkadaşım olmuştu. ne var ki bir sene sürdü arkadaşlığımız. benim aksime bu sefer o babasının işi dolayısıyla asya’dan avrupa’ya göç etti. bir yıl önce, bizim hiç bilmediğimiz bir yere taşınmamızdan daha çok üzülmüştüm celal’in gidişine. hayat uygulamalı derslerine devam ediyordu. bundan büyük ayrılık acısı olmaz sanıyordum. ne bileyim. çocuktum işte. sonrakilerin yanında bunun esamesinin okunmayacağını yine uygulamalı öğrenecektim. hem ayrılık şairi atilla ilhan’ı daha okumamıştım. lakin işte sonraki ayrılıkların acısı hiç geçmeyecekti. hiç unutmayacaktım. nasıl unuturdum? ama şimdi aklımdayken balkonu yıkamalıyım bayım. balkonu yıkamalıyım..
..