ayrılıkçeşmesi’nde bir karar vermeliydim. kozyatağı’nda düşünmeye başladım. ya evden çıkarken verdiğim karara sadık kalıp kadıköy’e devam edecektim. ya da ayrılıkçeşmesinde inip üsküdar’a gidecektim. kadıköy yahut üsküdar. fotoğraf çekecektim. tabi fotoğraf bahane okacaktı her zamanki gibi.
kozyatağından göztepe bunları yazarak ve karda savrulmuş insanları izleyerek geldim. ayrılıkçeşmesi aklımdan çıkmıyordu. sonra kırmızı bereli, siyah kabanlı ama çok güzel kokan esmer bir kadın yanıma oturdu. ben her şeyi unuttum. altı yaşıma gittim. fatih ya da eyüp’te bir muayenehane. kadın doktor annemi içerde bir odaya aldı. bana bir kaç şeker ve renkli bir dergi verdi. national geographic o zaman var mıydı bilmiyorum. atlas zaten yoktu. ama bunlar hiç derdim değildi. kadının parfümü inanılmaz güzeldi. tabi çocuğum o zaman. kokunun kaynağını kullandığı sabundan kaynaklı sanıyordum. hatta bunu bile düşünmüyordum. kokunun esiri olmuştum. şekerleri attım bir kenara o muhteşem koku eşliğinde derginin sayfalarını çevirmeye başladım. okumayı yeni söküyordum. ibiza, mallorca, endülüs hafızama doktorun kokusu şeklinde yerleşiyordu. lakin mekanik sesli kadın acıbadem deyince uyandım. trene geri döndüm. kırmızı bereli kapıya hareketlendi. o vakit karar verdim işte ben kimseyi terk etmeyecektim. ve yıllardır olduğu gibi yine kadıköy’ü seçecektim.
.