gözlüksüz yazmaya çalışıyorum. şimdi. hiç hesapta yokken meşhur amerikan kahvecisindeyim. karışık duygular içindeyim. türk olanını çok sevmediğim kahvenin amerikanından zaten haz etmiyorum. söylemiştim. ezelden ebede çaycıyım ben kendim. ama işte bir mecburiyetten oturmuş bulundum. kâmuran akkor dinliyorum. aynı şarkıyı tekrar. tekrar. ve tekrar. kahveyi içmek değil de kokusunu solumak diyorum daha keyifli. burada. laptoplu insanlar çoğunlukta. ben de bir sarı bir direğin dibinde telefonumu şarj ediyorum. beleşe oturmayayım diye de en küçüğünden az sütlü, çok filtreli kahve aldım. ağzımın tadı bozulmasın diye de yanına çikolata. ama duygularım hala karışık. boykot edecek o kadar çok şey var ki. ve o kadar çok insan. lakin dikkatimi daha çok benim gibi sıradan insanlar çekiyor. misal dışarıda, 4 derece soğuğunda sigarasını dertli dertli çeken pembe pantolonlu, lacivert bereli sarışın kadın. sarışın evet, bereden dışarı taşan saçları sarı. teni açık. yüzünde adı konulmamış bir acı. sigarayı ciğerlerine çektiği derinlikte bakıyor boşluğa. kim bilir kafasında kaç kuyruklu, kaç tilkisi var. küm bilir? hayat diyorum aslında; herkese zor sevgilim. karşımdaki düz saçları omuzlarından göğsüne sarkan kumral kadın da geldiğimden beri büyük bir ciddiyetle laptopta çalışıyor. müdürü aksi biri olsa gerek. tam zamanında ve eksiksiz istiyor olmalı raporu. kumralın hemen arkasında iki adam ve bir laptop var. öğrenci olmaları kuvvetle muhtemel. bir proje çalışmasındalar sanırım. sonra kahve sırasındaki insanlar. onlara yetişmeye çalışan çalışanlar. tuhaf bir dengesi var hayatın. sanki bütün insanlık bir kar küresinin içindeyiz. görünmez bir el arada sırada küreyi sallıyor. ve biz insanlar yüz yüze, yan yanayız ama birbirimize dokunmadan dönüp duruyoruz bu akışta. dönüp duruyoruz.
son tahlilde hayat tuhaf sevgilim, filtre kahveler, kar küreleri falan..