haftanın üç günü 06:48 deki metroyu yakalamaya çalışıyorum. kalan günlerde ise kafası kopmuş tavuklar gibi yirmi dört saatin peşinden koşuyorum. favori listeme en son bir buçuk ay önce şarkı ekledim. bu benim için utanç verici bir durum. ama onlarca kez, tekrar ederek dinleyeceğim şarkıyı ekleyeli çok oldu. belki dört ay belki altı. bu daha da utanç verici. oysa her gün mutlaka bir film, bir dizi izliyorum. lakin haklarında yazmaya üşeniyorum. bir kitabı tam anlamıyla bitireli ise iki ay oldu. ondan sonra bitirdiğim bir şey yok. atmaya çalıştığım fazlalıklarım var. yine de bazı düşüncelerimi atamıyorum. metro kalabalığında mesela, balık istifi pozisyonunda giderken kozyatağı hali’ne giden kamyonlardaki kasa kasa domateslerden farksız olduğumuzu düşünmeden edemiyorum. yahut her gün pazara götürülen kölelerden sabah akşam. geçiyor ama. çünkü her şey geçer. herkes gider ya.. sonra hayatta yapmam dediğim şeyleri yapar oldum. şimdi misal asla dinlemem dediğim, türünü bile bilmediğim şarkıları dinliyorum sevgili istanbul. ahh istanbul.. annemle geçimsizliğimiz de son hız devam ediyor. bu geçimsiz günleri özlemekten fena halde korkuyorum. evdeki en ufak bir sessizlikte emektar çamaşır makinesinin homurtulu sesini duyuyorum. hani gelen gidenin çok olduğu evlerde ocaktaki demliğin altının hiç sönmemesi gibi annemin çamaşır makinesi de hiç susmaz. devamlı döner, döner, döner, döner. resmi tatili, hafta sonu dinlencesi yoktur. ümit yaşar oğuzcan’ın ağır şiiri gibidir.
“gün, 24 saat çalışır” adeta. ama tüm bunları sana niye anlatıyorum bilmiyorum. hani bazen olur ya ; bir şeyleri anlatmak, yazmak, resmetmek ister insan karşısında muhatap olup olmadığına bakmadan. kalamış’tan suadiye’ye yürür gibi sadece ses vermek, kelimeleri gizlendiği çekmeceden çıkarıp dünyanın muhtelif koordinatlarına savurmak ister. sanırım bugün de öyle bir gün. öyle bir kasım. sevgili istanbul. bugün diyorum; muhatabım sensin. istanbul? orda mısın?
.