iki bin yirmi dört ekiminden iz bırakmadan geçmemek için bir kupa çayımı, kulaklıklarımı alıp düşünmek ve yazmak adına balkona çıktım. lakin etrafı ilk kez görüyormuş gibi ve sanki beş km ötede başka bir ilçeye ve mahalleye değil de dilini ve kültürünü hiç bilmediğim bir ülkeye gelmiş gibi yabancı hissettim. albert camus’nun yabancı’sından daha yabancı, visor morina’nın sürgün’ünden (exil-2020) daha sürgün. oysa umudun hiç olmadığı zamanlarda dahi balkon kapısını araladığımda burgaz’ı ucundan bile olsa görmek, denizin üzerine gri serpilmiş maviliği ile göz göze gelmek çölde avuç dolusu su bulmak gibiydi. halbuki şimdi deniz ve burgazada’ya eskisinden yakınım. ama fersah fersah da uzağım. çünkü göremiyorum! fakat ve yine de bu yaban sancısını salt semt değiştirmekle açıklamak doğru olmayabilir. hoş doğru nedir, kime ve neye göre belirleyeceğiz her şeyin herkese karıştığı bu yeni dünya düzeninde. herkes gibi ben de sanal dünyaya bulanmış bu algı soslu evrende doğrumu kaybettim sanırım. şimdi ve sanki karanlık bir odada el yordamıyla “doğru” kapıyı bulmaya çalışıyorum. fakat şu meşhur bilim kurgu dizisinde (dark matter-2024) olduğu gibi hep yanlış kapı, hep yanlış adamlar çıkıyor karşıma. soruyorum o zaman kendime; belki de yanlış olan benimdir? yine ben, bu soru karşısında susma hakkımı kullanıyorum. güneşe bakıyorum. doğrusu bakamıyorum. gözlerimi kapatıyorum. sıcaklığını tüm duyu organlarımda hissediyorum. içimdeki yabancılık biraz olsun eriyor. sanki bir el, bir ses ilk devreyi 0-3 geride kapatan takımın hırslı bir hocası gibi motivasyon konuşması yapıyor içimde. fotoğraf makinesi bir ay önce bıraktığın yerde. sahil, yayan on dört dakika mesafede diyor. fakat huzura biraz olsun yaklaşmışken gözlerimi açmaya ve aynı gerçekliğe tekrar dönmekten korkuyorum. ya bu kapı da yanlışsa?
.