aslında düşünce güzel. basit olanı, basit yolla anlatmak. lakin uygulamada sıkıntı hissettim müdür ben kendim! itiraf edeyim demirkubuz sineması hayranı olarak yer yer sıkıldım. bazı telefonuma baktım. bazı tavandaki beyaz kireci izledim. benim için sinemada "olmuş" kriteri; filmi izlerken başka şeyle ilgilenme ihtiyacı duymamak. elbet otorite değilim ama bunca yıllık film izleyiciliğimle kanaatim; zeki usta bu kez kadroyu iyi kuramamış.
yoksa konu, anlatılmak istenen gayet anlaşılıyor. ismi gibi hayatın tam orta yerinden. hatta her yerinden. büyükşehir ya da ilçe belediyeleri gibi sadece ana arterleri temizleyip arka ve çıkmaz sokakları görmezden gelmemiş. her yere dokunmuş neredeyse... baskıcı ve dediğim dedik gelenek ile modernite arasında ezilen insanlar, şiddetin tek ve gerçek iletişim aracı olarak görülmesi(hala), hayata tutunamayanlar, arafta kalmışlar, huzursuz bireyler.
ama.. ama işte...
oyuncular mı role girememiş yoksa roller mi oyunculara iyi dağıtılmamış iyi seçilmemişler. aslında son derece gerçekçi diyaloglar oyuncuların uyumsuzluğu nedeniyle geçmiyor bize. en azından bana.. geçmedi.. düz. böyle dümdüz haller. mimikler. duygu geçmedi maalesef. oysa çukur'un akın'ı burak dakak bu filmde gösterdiğinden daha iyi bir oyuncu. cem davran bile kurtaramamış çoğu yerde filmin hissiyatını. tek gerçek karakter hicran'ın babası rolündeki umut kurt'tu sanki. replikler ezberlenmiş ve ruhsuzca söylenmiş duygusu verdi. doğruya doğru şimdi. halbuki diyalog metinleri çok sahici idi. pek çoğu twitter'da aforizma şeklinde paylaşabilecek düzeyde. ama o his geçmeyince geçmiyor. olmayınca olmuyor. böyle olunca da 110 metre ötedeki kaleye gitmek için 850 pas yapan aykut kocaman'ın fenerbahçesi gibi 3 saat boyunca oradan oraya sürüklendik. bir bütünlük yok gibiydi. böyle kopuk kopuk. haa zeki usta, finalde bize bütünlüğü ve ana fikri verdi. yıllar evvel istanbul iktisat fakültesi tuvaletinin duvarında hiç unutamadığım o meşum söz gibi ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla!
sen istediğin kadar çırpın, tırmala, didin, kaderimi ben çizeceğim de, yan ve ara yollara hatta kötü yollara sap ama nihayetinde alnına yazılan oluyor, yaşanacak olan yaşanıyor!
.
hepimizin olmuştur böyle ikilemi hatta ikilemleri. bir vakit sonra da o yolu değil de diğer yolu seçseydim acaba ne olurdu diye dertlenmelerimiz. iktisat değil de mühendislik okusaydım. ayşe ile değil de fatma ile evlenseydim. evkaftaki memuriyetimden istifa etmeyip özel sektöre geçmeseydim. babamı dinleyip araba yerine darıca'daki o arsayı alsaydım gibi gibi. .. ama işte iki gözüm hayatın kendisi bu. seçimler ve pişmanlıklar! bize bir şekilde sophie seçimi yaptırıyor. en çok istenileni seçsek bile seçilmeyen acabalar vokali ile arka planda hayat boyu çalıyor..
..
yeniden filme dönersek, kapalı olan televizyon ekranından yansıyan görüntüler iyiydi. bayramlaşma sahnesinde hicran kızın eli havada iki büklüm kalışı. etkileyiciydi.. öte yandan demirkubuz filmlerinin adeta imzası olan; "kendi kendine açılan kapıyı" bu filmde ben mi göremedim yoksa gerçekten yok muydu bakmam lazım!
..
ve tabi ki bu filmi izleyip de demirkubuz sinemasının zirvesi masumiyet (1997) ve kader (2006) ile bir kıyasa girişmesek bile anımsamamak olmazdı. saplantılı bir aşk. uzaklaşan bir kadın. onu peşinde dolanan bir adam.. ama işte ceza şarkısında olduğu gibi "fark" var! büyük fark var...
son tahlilde belki bambaşka oyuncularla bambaşka bir film olacakken kanımca senaryo-oyuncu uyumsuzluğu nedeniyle vasat bir film olmuş hayat. ha her şeye rağmen sevdik mi sevdik. emeği geçenlere teşekkür ettik. sıradaki filmi beklemeye başladık...
.