263 : algıda seçmece yapmayın lütfen görevliden yardım isteyin : hala var mıdır bilmiyorum? eskiden lunaparklarda komik aynalar vardı. karşılarına geçtiğinizde sizi yamuk yumuk, şişko ya da olduğunuzdan daha cılız gösterip envai çeşit şekle sokan aynalardan bahsediyorum. az evvel instagramda birbirinden alakasız iki farlkı profesyonelin "görünür olma çabasını görünce" bu aynalar geldi aklıma. sonra yine eskilerden bir gazoz reklamının simgesi. imaj hiçbir şey, susuzluk her şeydir diyen sloganı. malum, devir algı devri. bu insanlara kızamıyorum da aslında. herkesin imreneceği sadelik ve güzellikte bir mekanda en sahte gülümsemeli bir pozun altına, üç beş afili cümle ile eylül balıkçılarının ağlarına takılan kefaller gibi olmamızı istiyorlar. ama dedim ya herkes ekmeğinin derdinde. yersen balık ekmek yüz elli lira!
.
264 - nerede o eski misafirlikler : en az bir seksen beş boyunda. 55-60 yaşlarında ama fit. belli ki ruhu çok genç. jilet gibi giyinmiş. lacivert bir kot. üstünde laci çizgileri olan slim bir gömlek. gömleğin üzerine omuzlarından sarkıtıp boynuna bağladığı bej rengi ince bir kazak. yakışmış da ha! keza beyaz ama dökülme emaresi olmayan fırça gibi saçlar ayrı bir hava vermiş abimize. hani bilmesek, eskilerde kalsak mahallemize "artiz" geldi deriz. o derece. ama yalnız değil. yanında leydisi. bir siteden içeri girmek üzereler. beyefendinin iki eli de dolu. sol elinde karpuz poşeti. sağında bir fanta ve bir kola poşeti. hasta ziyareti diyeceğim. lakin asit bozabilir. o vakit akraba ziyaretidir kesin. büyük şehir koşturmacasına herkes kendine göre meşgul ve yorgunken bu beyefendi ve hanımefendi bir mecburiyetleri olmasa çıkmazlardı dışarı. beni de uzak iklimlere getirip geri götürmezlerdi yine. ama iyi ki çıkmışlar diyorum. iyi ki..
.
265 - lütfen alıcınızın ayarıyla oynamayın, genetiktir : eskiden böyle değildim. içinin dolu olup olmadığına bile bakmadan yumurta kutusunu alır market sepetine atardım. ama ve lakin iyice anneme benzemeye başladım doktor!
çatlak kırık var mı diye kontrol etmeyi bir yana bırak, şimdi artık onun gibi kirli olanları diğer kutulardaki temiz olanlarla değiştirmeye başladım. hay'rolsun!
.
266- diziler, dizilerimiz : o eski dizler mazide kaldı azizim. bir prison break'ler, breaking bad'ler, efendime söyleyeyim bir ozark'lar, bron-broen'lar gelmiyor artık. yeni nesil diyorum; çok tembel, çok hazırcı canım!
dolayısı ile biz de bulabildiğimiz tüm britanya dizilerini içselleştiriyoruz artık.
onlardan sonuncusunu dün kaymakçı ile sevgili mehmet açar abimizin sohbetinde tesadüfen öğrendim. güzel ve yeşil irlanda'nın nadide bir kasabası olan diziye de ismini veren bodkin'de geçiyor olayımız. abilerin deyimiyle kara komedimiz. iki bölüm bitti. yine kaymakçı abinin deyimiyle öyle olağanüstü bir şey değil ama kendini izlettiriyor. bilhassa trinity kılıklı gazeteci ablamız dove, dikkatleri üzerine topluyor. en azından benim dikkatimi. sizi bilemem bayım!
.
267 - hayat tuhaf mektuplar falan : bazen insan eylemin kendisine değil de sanki o eylemi gerçekleştirme isteğine tav oluyor, vuruluyor. aşık olmaya aşık olmak gibi hani! zaman mı bizi böyle açgözlü ve anında tüketen yaptı. yoksa hep mi böyleydik?
bunu neden söyledim; dün akşamüstü oturduğum yerden şuna benzer cümleler yazdım. gerisi gelmedi. neye ve kime yarardı. bilmem? kendi kendime konuşmalarımın binlercesinden biriydi oysa.. çünkü ve bazen; bir muhatabı olmak zorunda değildir kelimelerin. sadece yazmış olmak bile rahatlatabilir. ve en iyi dostu yine kendisi olabilir insanın.
...
bir şeyler yazmalı? oturduğum bank, esen rüzgar, altına sığındığım gölge, melodisine tutunup zamanlar aştığım müzik çünkü bunu gerektiriyor. ya da ben öyle sanıyorum. her iki halde de yazmak kaçınılmaz. peki ne yazmalı? şöyle esaslı bir mektup ama çok esaslı, şehrin en yüksek dağının bağrından kopup dere tepe aşarak ovaya inen soğuk su misali içten ve gerçek. samimi, uzun bir mektup... 18.05.2024
.