she - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

she




ben durağa yaklaşırken sadece üç kişinin olduğu bekleme alanında ilk onu fark ettim. köşede durmuş sanki otobüs değil de geleceğini hatta küçük çaplı bir mucizeyi, içinde bulunduğu halden kurtulmayı bekliyor gibiydi. sabit bir nazarla trafiğin akış yönüne doğru bakıyordu. tam durağa girdiğim vakit bakışları değişti, gözlerine canlılık geldi. boş bulundum. üzerime alındım bu hayat ışıltısını. meğer arkamdaki otobüseymiş meyli. baktım. güzergâh bana da uyuyordu. hemen peşinden bastım istanbul kartımı. 

boş yer olmasına rağmen oturmadı. otobüsün orta boşluğunda kimseyle yüz göz olmamanın en garanti yolunu seçti. yüzünü camdan yana vererek ayakta durdu. ben sol arkada karşılıklı ikişer koktuktan müteşekkil dörtlüye otobüsün sahibiymiş gibi yayıldım. 

sabahın altı buçuğunda hepi topu yedi kişiydik zaten. bir an için onun varlığını unuttum. kulaklıklarımı çıkardım. spotify’da yeni müzik radarını açtım. çantamda kaç gündür sürüklediğim kitabımla göz göze geldim. fakat okumak için yine hamle yapmadım. israil’in gazze soykırımını önlemek istemeyen amerika kadar isteksizdim okumaya.
içerisi havasızdı. solumdaki pencereyi açtım. açarken ayarı kaçırdım. haddinden fazla bir ses çıktı. az sayıdaki otobüs yolcusu arkaya, benim olduğum tarafa baktı. hiç bozuntuya vermedim. o da baktı. gülümser gibi oldum. başını az önce baktığı boşluğa çevirdi hemen.

gülmüyordu. ama asık suratlı da değildi. hüzünlüydü sadece. çok hüzünlü. belli ki hepimiz gibi onundan üstünden geçmişti hayat. ya da ve kim bilir ne istemişti de ona da vermemişti istediğini? yine de dimdik, mağrur ve asil bir şekilde ayakta duruyordu işte. kendince bir meydan okuyuşu vardı. hayata, dünyaya, insanlara karşı. 
otobüsün orta boşluğundaki demirlerden iki eliyle tutmuş. dışarıyı izliyordu bindiğinden beri. ortalamanın üstünde bir boyu vardı. en az bir yetmiş beş olmalıydı. üzerinde lacivert renkli, sade ama şık bir örme kazak vardı. altında da mavi bir kot. sırtında iki omzundan astığı küçük, siyah çantası vardı. sol kulağında beyaz, kablosuz bir kulaklık gözüküyordu. ne dinliyordu acaba? onun da çantasında taşıdığı ve belki okurum dediği ama okumadığı kitabı var mıydı? bilemiyorum. ama benimki gibi düşünceleri, hiç susmadan konuşan geveze bir iç sesi mutlaka vardı. nedense bundan emindim.  peki ama neden oturmamıştı da ayakta, pencereden dışarıyı izliyordu? insanlarla göz göze gelmekten neden imtina ediyordu? insanlar ona bu denli kabuğuna çekilecek kadar ne yapmış olabilirlerdi?

yaklaşık 20 dakika boyunca böyle, yönünü yordamını değiştirmeden yolculuk etti. kulağında hangi müzik çalıyordu? yine merak ettim. müzik onu hangi duygu ve düşüncelere savuruyordu? kaçamak bakışlarımda bu sorunun cevabını bulmam imkansızdı. tahmin edebilirdim belki. ama yapmadım. beni etkileyen bu meydan okuyuşa ancak bu kadar saygı gösterebildim!. kara kalemle siluet çizen ressamlar gibi üstünkörü bir biçimde durum bildirisi yaptım sadece.

ineceğe durağa yaklaşınca sağ tarafından yavaşça kapıya döndü. gözlerini göremedim. okul durağında indi. acaba öğretmen miydi? kazak ve kot? ve bu kadar erkenden okula gelmek? bilemedim. bildiğim hüzünlü, güzel bir yüzü ve çok asil bir duruşu vardı.. bu sabah altıyı elli bir geçe hüzünlü ve duru yüzünü hafızamızda bırakarak otobüsümüzden indi. 
..