bazı şeyler : 253 - 256 sisler bulvarı - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 253 - 256 sisler bulvarı




253- biraz sakarız galiba : sabahın sisinde ve şubatın son ayazında uyku tutmadı. 04:45 ten beri sağa ve sola dönmekten omuzlarım ağrıdı. hem ağzı hem dili olmayan garibim yatağın halini düşünemiyorum bile. ne rahatlatıcı müziğim, ne de haydar amcanın kuzuları fayda etmedi. kalktım. pencereden baktım. dolunayımsı bir uydu, sisler arasında yargı dağıtıyor. o vakit anladım bana bu sabah uyku yok. kitap okuyacak halim de yok. altı buçukta işe geldim. uyku sersemliği mi desem sabah sisi mi desem yoksa arada yoklayan sakarlığım mı bilmem ama karanlıkta şirketin tabela demirine sol baldırımı feda ettim. ama ne sakarlık. baldırımı değil de sanki kafamı çarptım. beynim zonkladı yeminle. kapıda beni bekleyen güvenlikçi kardeşime acımı belli etmemeye çalışarak ve hızlı bir günaydınla girdim içeri. kendimden başka kızacak kimse bulamadım. koca tabela ve demirini kim koydu lan buraya diye çemkiremezdim. annem duysa zaten “kör müsün oğlum?” diyerek destek verirdi. ben bir şey demezdim. gerçi oğlunun kafasındaki kuyruksuz tilkileri bilse bana hak verirdi. ama anneler çocuklarının her şeyini bilmesinler. üzülmesinler. buz koydum zaten. oturdum kıçımın üstüne… çayın demlenmesini bekliyorum..
..

254- kafamda bir tuhaflık: belli bir yaşı aşmış kerli ferli abilerin amcaların whatsapp şeysinde bir takım emojileri kullanması acayip tuhafıma gidiyor. üç tekerli bisiklete yahut atlı karıncaya binmiş amcalar gibi gözüküyorlar gözüme. şahsen ben alışamadım daha..

.
255- şubat güneşi: hafıza-i beşer diyorum sevgilim; gerçekten nisyan ile malülmüş. güneşin, bilakis şubat güneşinin iyileştirici gücünden haberim yokmuş gibi yirmi gün kafadı kesik tavuklar gibi dolandım ortalıklarda. buhranlardan buhran beğendim. denize çıkan milyonlarca sokak varken hep çıkmaz sokaklara saptım. kalemi elime iyileşmek için değil de yaralarımı deşmek için aldım. şarkıların en zülfiyare dokunanını seçtim. kalabalıkların içine kaybolmak için girdim. hiçbiri hiçbir işe yaramadı. sonra işte şubat güneşine çıkardım kendimi. önce bedenim tepki verdi. anne şefkati gibi saran sıcaklığını duyunca ruhum da dayanamadı rejisör sandalyesini kapıp kuruldu gönlümdeki balkonun başköşesine. birlikte denize baktık uzun uzun. hayaller kurduk. girdiğimiz çıkmaz sokaklardan geri manevralar yaptık. her türlü kahpeliğine rağmen sımsıkı sarıldık hayata. bir şey söyleyecekmiş gibi güneşe baktık gözlerimiz kamaşıncaya dek. etrafta gezinen seçim gürültüsüne aldırış etmedik. her şeyin güzel olmasını başkalarının insiyatifine değil kendi sorumluluğumuza bağladık. 
şimdi işte burgaz’a bakan balkonumda şubat güneşini son kez bağrıma basıp burgaz’a veda ediyorum. gideceğim yeni yerde burgaz’ı görecek miyim balkon olacak mı meçhul. ama şubat güneşini mutlaka.. ..
.
256- ambulans: dün kavanoz kapağı gibi sıkışan trafikte çığlıklar atarak bir anda arkamda beliren ambulansa güç bela yol verdim. ambulans bağıra bağıra gitti. sonra anında unuttum. ve benim aklıma bu sabah düştü ambulans. acaba içindeki zamanında yetişti mi? yaşadı mı öldü mü? kimdi, seveni sevileni var mıydı? iyi miydi kötü müydü? dünyada umduğunu bulabildi mi diyen bir sürü cevapsız soruyla doldum. 
son tahlilde ve galiba; bazen kendi derdimize çok fazla gömülüp yakınımızdakilere  ‘ambulans’ muamelesi yapıyoruz. arada bir diyorum; kafayı kaldırıp sağa sola bakmak lazım. sanki. gibi..