bembeyaz bir örtü. yoğun, tipi şeklinde bir kar yağışı. bu beyaz boşluğun ortasında duran minibüsten inen siyahlı bir adam ile başlıyor hikayemiz. sanki hiçliğin ortasına bırakılmış bu siyahlı adam gibi biz de bilmiyoruz bundan sonra yaşanacakları. fakat onunla birlikte karları ezerek, kart kurt sesler eşliğinde yürüyoruz..
neden sonra lojman demeye bin şahit isteyen evde arkadaşı kenan hocayla ve onun annesiyle olan münasebetiyle tanışıyoruz. ki tanıdık hikayeler, bilindik meseleler. bir an evvel oğlunun mürüvvetini görmek isteyen anneler..
ama mesele bu değil elbette. mesele derin. sorun evrensel.
insanın anlam arayışından dünyanın içinde durduğu bok çukuruna varıncaya kadar ve deyim yerinde ise ince ince parçalamış nuri bilge hocam ve ekibi..
insanın anlam arayışından dünyanın içinde durduğu bok çukuruna varıncaya kadar ve deyim yerinde ise ince ince parçalamış nuri bilge hocam ve ekibi..
misal; samet ile nuray'ın -yer yer her ikisine de hak verdiğim- bireysellik ve örgütlü yaşam hakkındaki tartışmaları. yine samet ile ev arkadaşı kenan arasındaki gelenek tartışması. ve hakeza veteriner vahit ile deli fişek feyyaz'ın "yaşama biçimi" üzerindeki atışmaları diyorum iz bırakıyor. hafızalarda yer ediyor.
ezcümle bayım, pek sevgili hanımefendi ; diyaloglar şahaneydi ama ben en çok fotoğraflara bayıldım. hatta sinemadan çıkıp erzurum'a gidesim geldi. o derece.
binaenaleyh sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyeyim;
ben filmi beğendim. hatta çok beğendim arkadaşlar.
ben filmi beğendim. hatta çok beğendim arkadaşlar.
ama yalan yok allah var şimdi.
üç saat on yedi dakikalık süreyi görünce bir endişelenmedim değil. lakin içimden bir ses pişman olmayacaksın dedi durdu. 'o ses mithad'ı dinledim. pişman olmadım.
üç saat on yedi dakikalık süreyi görünce bir endişelenmedim değil. lakin içimden bir ses pişman olmayacaksın dedi durdu. 'o ses mithad'ı dinledim. pişman olmadım.
eline, aklına, gözüne sağlık, nuri bilge ceylan.
eyvallah..
.
ha bir de ; o şahane fotoğrafların, o küçük makinadan çıktığına inanmadık tabi hocam. hocam..
ve son olarak; filmden aklımda kalmayacağını bildiğim için sinemanın kör ışığında telefonun defterine not etmeye çalıştığım, altını çizmek istediğim bazı replikleri aşağıya ve tarihe not olarak düşüyorum. zapta geçsin lütfen.
↓ ↓ ↓
akılda kalabilecek replikler:
* samet öğretmenin taşra sıkıntısının kalpten söze dökümü:
- geldiğim ilk dakikadan itibaren aklımda gitmek var.
*veterinerin mekanında deli fişek feyyaz'ın babasının gidişini anlattığı milli piyango sahnesi sonrasında düşünmemiz için kucağımıza bıraktığı hem yükte hem pahada ağır cümleler:
- olan biten adı üstünde olmuş bitmiş zaten. asıl olan görünenin ötesinde. içeride, olan bitende.. oraya bakmak lazım.
*veteriner vahit, samet'e insanın insana ve doğaya ettiğini kimsenin kimseye etmediğini örneklerle anlatırken:
- adamın iki ineğini iyileştirdim. sonra geldi benim köpeği vurdu
- neden?
- insan olduğu için
*duvarlar, duvarlarımız.. yine veteriner vahit söyledi sanırım bu içimizdeki duvarları açık eden sözü.
- dünyada gözü olan her şey daha insana ulaşmadan yine insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor
*samet, nurayla bireysellik-örgütlülük tartışırken metaforun dibi geldi burada ama aklımda bir tek bu cümle kaldı :
- tarih umut etmenin yorgunluğunu taşıyor.
nuray biraz meşhur hikayedeki gibi deniz yıldızcı. bir kişi için bile fark ediyorsa mücadeleye devam diyor özetle.
buna karşılık samet, bireyselci gözükse de daha çok umutsuz. dünya denen dehlizde kaybolmuş bir adam. aslında oda inanmak, tutunmak istiyor bir şeylere. insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyoru başka yerden savunuyor. insanlar, yine insanları kullanarak insanları eziyor. kamplara, kutuplara ayırıyorlar. öldürüyor. yok ediyorlar. halk için çalıştıklarını, ne yaptılarsa onlar için yaptıklarını söyleyenlere ve devranın değişeceğine inanmıyor. değişenin sadece insan suretleri olduğunu biliyor ve inanıyor. o yüzden umut etmiyor artık..o yüzden yukarıda yorgun ve yorucu tarihe atıfta bulunuyor.
bir ilkeniz, idealiniz olsa da sendikalarınızın, örgütlerinizin içine girip aynılaşmak istemiyorum ben. nasılsa günün sonunda herkes kendi kıçını kurtarmaya çalışıyor, çalışacak diyor ve ekliyor;
büyük bir gürültünün ortasında yapayalnızım. sıkılmak, karşı çıkmak, şikayet etmek de insancıl bir davranış.
* samet'e ya şikayet etme ya da icraat de bulun diyen nuray'ın taşra sıkıntısı :
- yorgunum. çok yorgunum. uzun yıllar yaşamışım gibi geliyor. her şeyin süresi uzun geliyor burada. dersin teneffüsün, hafta sonunu beklemenin, gecelerin..
*samet'in finaldeki taşra sıkıntısına ait son sözleri :
burada sadece iki mevsim yaşanır hocam diyor öğrencilerim. kış ve yaz.
baharı yaşamadan yaza geçtik .
sanki burada her şey zamanı unutmak için yaşanıyordu. ve durmaksızın yağan kar, bir şeylerin üzerini örterek bu unutuşu sağlıyordu.
tesirsiz notlar:
- erzurum kışında lastik ayakkabılarla okula gidip gelen halime'nin yardım kutusundan aldığı botları kendine değil de kardeşine aldığını anladığımız an yüreğimizin cız etmesi..
- filmin fay hatlarından birini oluşturan 'okulda taciz skandalının' mihenk noktası, kız öğrenci ile öğretmeninin kol kola girmesi, birbirilerine teması falan çok gerçekçi gelmedi bana. sanki taciz olayına altyapı sağlama çabası gibiydi. bence gerek yoktu. bırakın erzurum gibi tutucu bir coğrafyada memleketin hiç bir noktasında çok masum görülmeyecek bir davranış bence de. (ya ben çok fesatım ya da kenan hoca gibi bağnazım! ama öğrenciye, kız öğrenciye falan hediye almak. bilemedim. ha burası aynı zamanda reşit olmayan kız öğrencisiyle kaçan öğretmenlerin de ülkesi diyerek kendi kendime şerhimi koyayım. lakin ilk görüşümde ısrarcıyım. o kol kola, el belde sarmaş dolaş görüntüler olmasıydı da anlaşılırdı mevzu.)
- leyla ile mecnun'un erdal bakkalı (cengiz bozkurt) kısa da olsa küçük hesaplar peşinde koşan, şark kurnazı rolünü yine başarıyla sergilemiş. bu rol üstüne yapıştı sanki adamın!
- evet merve dizdar çok başarılı oyunculuk sergilemiş filmde. ödülü aldı konuşmasını yaptı cannes'da. ama ve lakin bana sorarsınız filmin tartışmasız yıldızı; deniz celiloğlu'dur. naçizane sinema bilgisizliğimle celiloğlu'nun ödülsüz kalması sinema için talihsiz bir durum olur. kim bilir belki de kısmet şikago film festivalinedir...
- samet'in önceden tanıdığı nuray'ı benim o taraklarda bezim yok deyip evlenmek isteyen ev arkadaşı kenan ile tanıştırdıktan sonra kenan'ın nuray öğretmene aşırı ilgisi karşısında bozulmasının nuray'ı kıskanmasına mı yoksa yakından tanıdığı kenan'ın samimi gelmeyen hareketlerine sinirlenmesine yoramadığımız ikircikli haller.
- eski model bir arabanın içi. ileriye bakan üç insan. dışarıda amansız yağan kar. iyiliği de kötülüğü de her şeyi kapatan beyazlık. kış ve kuş manzaraları iç içe. kar beyazı diyorum; nuri bilge ceylan'a yakışıyor bence. çok yakışıyor.
- olay bir ara sanki barış bıçakçı'nın bizim büyük çaresizliğimize evrilir gibi oldu. hatta evrildi bence. o harabelerdeki geziden sonra ne oldu bilmiyoruz?
.