marta’ya mektuplar - IV - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

marta’ya mektuplar - IV




farkında mısın bilmem ama her geçen temmuz bir öncekinden daha sıcak oluyor sevgili marta? ve daha da sıcak olacak. hayır hayır! emre altuğ’dan yahut iklim aktivistlerinden alıntı yaparak söylemiyorum bunu. görüyorum. insanoğlunun çiğliğini, kadir bilmezliğini, hoyratlığını. kısacası çevreyi velhasıl dünyayı nasıl kirlettiğini. kendimi de ayırmadan söylüyorum ha! dağ olsa, çelik olsa dayanmaz bu zulme. nerede okudum şimdi hatırlamıyorum ama cümle mıh gibi çakılmıştı belleğime. “insanın insana ettiğini kimse edemez” diyordu yazar. insanın dünyaya ettiğini de başka hiç bir canlı edemez sevgili marta. bunu bilir bunu söylerim. ama burada günleri karıştırır oldum. misal bugün hep pazar diye dolanıp durdum ortalıkta. meğer cumartesiymiş. bu iyi mi kötü mü bilemedim. bir rutinin içinden çıkıp başka bir rutinin içinde kaybolmak diyorum. 
.
geçmiş gün ev sahibimle karşılaştım. “nasıl gidiyor, halin keyfin iyi mi?” diye sordu. alışkanlıkla “iyiyim” dedim.  ama nasıl olduğumu gerçekten bilmiyordum. bir ara’lıkta sallanırken başka bir ara’lığa düşmüş gibiydim aslında. istediğimin bu olmadığını ama şartlar denen vahim şeye bakarak ehvenişere fit olduğumu biliyordum. gelirken de böyle olacağını biliyordum. belki sırf bu yüzden hayatımda ilk kez tatile çay kupamı getirdim. herkes yastık, pike getirir ben cam çay kupasını getirdim. üç beş de kişisel eşya. herkesin bildiğini, yapmak istediğini aslında ben de yapamıyorum. ne çok gereksiz eşyamız var. olabildiğince minimize etsek hayatımızı dünya daha güzel yer olacak sanki. gaza, dolduruşa gelmeden aç gözlü reklamlara kanmadan gerçekten ihtiyacımız olanı alsak, ikame kültürünü geliştirsek diyorum ne güzel olur. başka fikirlerim de var ama kendime saklıyorum. her şeyi de öyle ulu orta söylemek diyorum. ne bileyim. mahremiyet denen bir şey var sonuçta.
.
bugün çekirgeler çok burada. sıcaktan olsa gerek. oturduğumdan beri kulağımdaki şarkılara vokal yapıyorlar. ama nasıl bir ses anlatamam. ya da ve şayet anlatmak istersem; musluğa bağlanmış hortumun su kaçırması gibi bir ses. böyle mütemadiyen. susmuyorlar hiç. bir dertleri mi var anlamadım? oysa karıncalar hiç öyle değiller. hemen yanımda, çay sephamın önünde kafileler halinde bir sağa bir sola sessizce gidip geliyorlar. sonra işte cemal süreya’yı hatırlatan el ele, kol kola giden yaşlı çiftler görüyorum bu coğrafyada. kadın masmavi bir elbise giymiş. ayağında bembeyaz spor ayakkabılar. başında şu yuvarlak hasır şapkalardan. adamın sıfır kol lacivert tişörtünün altında bembeyaz bermuda ve yine beyaz spor ayakkabısı. başında krem rengi beysbol şapkası. el ele denize doğru, zihnime mutluluğun fotoğrafını çektirerek gittiler. 
fotoğraf demişken yine ismini bilmediğim çiçekleri çekiyorum. anlamını bilmeden sevdiğim şarkıları biriktirmeye devam ediyorum. sonra instagramda yeni fotoğraflarıma eski yazılarımı iliştirip bir fotoğraf bir paragrafçılık oynuyorum. tatil diye ara vermedim hani. hakeza akşamları, denize doğru bazen kısa, bazen uzun yürüyüşler yapıyorum sevgili marta. her geçen sene daha da artan bu sıcak temmuzlarda. sonumuz ne olacak bilmiyorum.
.

.