beklemek diyorum ibrahim - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beklemek diyorum ibrahim



bana sorarsan, dünyanın en sıkıcı eylemlerinden biridir beklemek sevgili ibrahim. arkadaşını, gişe görevlisini. terminal bekçisini, gelmeyen sevgiliyi, saat dört olmasına rağmen hala çıkmayan pideyi, berber sırasını, senden yana hiç olmamış talihinin bir kez olsun gülmesini, trenin yahut deniz otobüsünün hareket saatini. 
beklerken diyorum bir şeylerle oyalanmak gerek. yoksa allah muhafaza, bir kısım vasıf ve melekelerini kaybedebilir insan. ben işte çevremi izlerim böyle durumlarda. şimdi misal; etrafımda bekleyen sekiz kişinin altısı telefona bakıyorlar. bir adam kucağındaki terminal kedisini seviyor. yaşlı bir kadın ellerini kucağında kavuşturmuş kocasının yanında uyukluyor. ki az evvel oğlunun uyarılarını dikkate aldı mı yoksa çoktan unuttu mu bilinmez. girişte çünkü uykulu terminal görevlisi kare kodu cihaza okutmak için "ekran parlaklığını açın" diye uyardıktan hemen sonra yaklaşık bir doksan boyunda, kirli sakallı fatih kısaparmak bıyıklı kara yağız bir delikanlı anne ve babasına;


- dönüşte de aynı numaralar ha unutmayın! 289-290 demiş ve bunu üst üste iki kez tekrarlamıştı.
sonra da 
- ben gidiyorum diyerek yaşlı annesini iki yanağından öpmüştü.
fakat içi rahat etmemiş olacak dönüp son bir kez;
- 289-290 unutmayın dedi.

oysa babasıyla nasıl vedalaştı göremedim. sanırım biraz mesafeliler. anlaşmazlıklarını su yüzüne çıkarıp sevgilerini içlerine gömmüş gibiler. işte şimdi tam karşımda oturan, açık gri ekose ceketli, koyu gri kaşmir pantolonlu, siyah parlak rugan ayakkabılı babanın sert bir yüz ifadesi var. bıyıkları yok. ordu disiplini almış asker emeklisi yahut bir kamu kuruluşunun birinci derece dördüncü kademesinden emekliye ayrılmış memur izlenimi veriyor. oturduklarından beri karısıyla hiç konuşmadılar. emekli albay telefonuyla uğraştı. hanımı ise boş gözlerle denizden yana bakarken uyuyakaldı. vakit geçmek bilmedi. otobüsün hareket saati yaklaştı. bekleme salonuna başka gelen olmadı. sonra o bildiğimiz gripli ses;

- bir numaralı iskelede bulunan çaka bey isimli deniz otobüsümüz hemen hareketle yenikapı'ya gidecektir.

daha anons bitmeden terminalde hazır bulunan dokuz kişi ve iki kedi şöyle bir huzursuzlanıp kıpraştık. bazılarımız veliefendi padobunda yarışa hazır atlar gibi burnunu otomatik kapıya dayayıp öyle bekledi. kısa bir süre sonra kapılar açıldı. üçüncü sıradan başladığım yarışta uzun bacaklarım sayesinde on metre sonra liderliği ele aldım. lakin çok erken koptum yarıştan. çünkü martılardan sonra en sevdiğim istanbul objesi, şehir hatları vapuru sol yanımda bir kuğu gibi süzülüyordu marmara'nın serin sularında. deniz otobüsüne yakın bir yerde durdum. arkamdakiler de önce bir şaşırdılar acaba yanlış otobüs mü diye sordular görevliye. ben vapurun 6 adet vesikalığını çekip öyle bindim otobüse. 
üst katta yalnızdım. söyledikleri gibi hemen hareket etmedi otobüs. rötar yaptı. çünkü kaptan benim kattaki personel tuvaletine gitti. ben haydarpaşa'dan yana baktım. güneşi alnında yumuşatmış günün ilk vapurlarını selamlıyordu eski toprak. şair olsam oturur şiir yazardım. öyle güzeldi haydarpaşa ve havarisi. birden eski anılarım canlandı. ilk babamla olan anılarım. sonra eski sevgilimle. daha sonra net olmayan, flu çocukluk anılarım. tuhaf bir tadı ve kokusu vardı bu hatırlamaların. hani bahardan çıkıp yaza gidilen o sıcak ama bunaltmayan, hafif meltemli havalardan biri. her şeyin çok güzel olacağına dair içe dolan sevinç dalgası. durduk yere salgılanan serotonin. hatta aşık olduğunda yüze yayılan şapşalca gülümseme. sonra işte güneşin aniden bulutların arasına girmesi, kaybetme korku ve endişesi, dayanılmaz bir hasret ağrısı. hepsi aynı zaman dilimi içinde oldu. sonra bir şehir hatları girdi kadraja, güneş haydarpaşa camında iyice konuşlandı. otobüsün kirli camından bu anı da ölümsüzleştirdim kendimce. lakin kaptanımız tuvaletten çıkıp bir türlü çalıştırmadı motorları. beklemek diyorum ibrahim; bazen çok şey!.
.