üzüntü ve muz kabuğu ve nazar ve daha bir sürü şey - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

üzüntü ve muz kabuğu ve nazar ve daha bir sürü şey

üzgün ağaç


bu sabah şunu düşündüm doktora gitmeden hemen önce.
- ulan dedim ölüp gitsek buralarda kimsenin haberi olmayacak. 
on altı yıldır haldur huldur yaz yaz, kime ve neye, ne için ve kim için yazıyorsun?
oysa yazarken de yaşarken de ölürken de hep yalnızsın.
o vakit bu ne hırs, bu ne ihtiras, bu ne biçim lacivert doktor?
...

üç gündür ölüyorum haberiniz yok!
nasıl olsun? 
olsa eminim iki kilo portakalla bir kilo muzun yanına limon kolonyası kapıp ziyaretime gelirdiniz değil mi? 
gerçi portakalla muzun fiyatı çeyrek altını buldu diyorlar, çeyrek altın da burma bileziğin yerine geçmiş falan. hasta dostlarına portakal, muz götüremediği için kahrından verem olup ölen insanlar varmış sonra uzak diyarlarda.
neyse ölümü geçelim, sıtmaya razı olalım biz diyeceğim..
ama ve lakin; bu nasıl bir ağrı doktor anlatamam.
ilginç olan, cumartesi akşamı cici'den sonra başladı. ibrahim'e kalsa filme çok üzüldüğümden bağışıklığım gevşemiş ve hasta olmuşum. "don lastiği mi lan bu gevşeyecek" dedim. dikkate almadım herzeyi. çünkü, bana sorarsan nazar.
safi nazardı başıma gelen.
rahmetli babaanneme inanırdım. babaannemde allah'a.
zamanında kafamın üstüne tülbent serip cazur cuzur az kurşun dökmedi tepemde, nazar çıksın diye. işi bittikten sonra ecüş bücüş olmuş benim kurşun askere benzettiğim gri şeylerin üzerinde iğne gibi çıkıntısı olanları anneme gösterip "ben sana demedim mi nazar var bu çocukta nazar" dediğini hatırlıyorum.
çünkü nazar vardı bende. nazar..
..
tam zamanlıdan kısmi zamanlı çalışmaya geçtiğimin ilk günü olan geçen cuma, patron odama kadar teşrif edip ; "haftada bire geçmek sana yaramış, bakıyorum yüzün de gülüyor" gibi münasebetsiz laflar etti. ha hu, kem küm ettim, geçiştirdim. peşinden hafız aradı iyi haberi duymuş gevşek gevşek konuşmalar. " tosunum, işin almanya',dan iyi ha" yaptı. telefonda bir hareketler, bir hallenmeler falan.
sonra işte, cumartesi günü adeta yerinde duramıyordum. aralıksız beş km yürüdüm. üç kere markete gittim geldim. çöpü döktüm. balkonu ve arabayı yıkadım. kendime çay koydum. çayı içerken tuttum bunları ibrahim'e anlattım. bizim zevzek de "ooo bu ne enerji beyim, çok hareketli ve dinç gördüm seni" dedi.
akşamına küt. yataktayım.
nazar diyorum. başka bir şey demiyorum.
ama ben böyle ağrı görmedim.
..
en son böyle hasta olduğumda yedi kasım önceydi. hiç unutmuyorum. o zamanlar kasım böyle sıcak ve kurak geçmezdi. bir iki gün yalandan pastırma yazı yapıp zemheriye kapağı atardı hemen. o günlerde işte öğle paydosunda güneşe aldanıp varoş parka gitmiş kırk beş dakika ayazda kendi kendime dertlenmiştim. sonra dört gün kendime gelememiştim. aradan ne domuz gripleri, ne influenzalar, ne coronalar geçmiş hiç biri böyle amansız yakalayamadı beni.
ta ki geçtiğimiz cumartesi akşamına dek. 
üç gece doğru dürüst uyutmadı doktor. sanki lime lime etimi kestiler. kol ve bacak kemiklerime picasso'nun tablolarını vidaladılar. öksürüğün en kurusu. en ciğer söktüreni. önceleri dikkate almadım. her zamanki gibi bir sallar, iki geçer dedim. 
geçmedi. üç gündür yatak döşek. son bir güçle doktora gittim. 
..
ışıklı tabelada adım yanıp sönmeye başladı. kapıyı çalıp içeri girdim. kapıda mehmet bey yazıyordu ama başkası vardı doktor koltuğunda.
sarıya çalan omuz başının hemen üstünde biten kumral saçları, bej rengi kazağı, yeşil gözleri vardı. tanıdığım birine benziyordu. o değildi. daha genç haliydi. üç beş saniye dalgın dalgın yüzüne baktım. önündeki bilgisayardan başını kaldırdığında da bi beş saniye baktım.

- buyrun dedi sizi dinliyorum.

dedim hayat, bu kadar zor olmamalıydı. söyledikleri gibi basit olmalıydı.

duymazdan geldi ya da ben alçak sesle söyledim.

şikayetiniz?
-uyutmuyor hocam dedim.
ne der gibi yüzüme baktı.
grip dedim. bu kez şiddetli. burnum tıkalı kaç gündür. boğazda hafif yanma. ama en çok da ağrılar. kol ve bacaklarım. fena. ama ateş yok..bir miktar kuru öksürük var.

sağ avucunun içiyle sedyeyi göstererek;
- şöyle alalım sizi, bir muayene edelim bakalım dedi.
etti.
güzel de etti hani.
KBB statiğine uygun olarak önce kulalarıma baktı. sonra burnuma ve nihayet boğazıma baktı ve dedi ki.. ...
latince çok güzel bir şey söyledi ama aklımda tutamadım.
latinceye olan zaafını bilirmiş gibi içine tüm şefkatini ve sevecenliğini katıp söyledi. ya da bana öyle geldi. ama duyduğum en güzel latince kelime olduğunu söyleyebilirim.
sonra herkes eski yerine döndü. o masasına ben de karşısındaki beyaz sandalyeye.
ilaçlarımı söyledi, nasıl kullanacağımı lafı ağzından kerpetenle aldığım diğerlerinin aksine tek tek, tane tane anlattı ve geçmiş olsun dedi.
çıkmadan sordum peki nedir hocam tam olarak hastalığım?  
"bronşit" dedi.
ama ben güzelliğine, insanlığına inandığım kadar inanmadım!.
bence nazar vardı bende.
fakat bunu ona söylemedim.