hafta içi. yaz sonundan kalma güneşli bir kasım çarşambası. her yer kalabalık. marmaray. otobüs durakları. dolmuşlar. ve ben bir minibüsün en sevimsiz jeopolitiğindeyim. en son binen olarak arka dörtlünün, soldan ikinci boşluğuna mülteci gibi sığındım. güneş enseme ve sırtıma vuruyor. üstümde sabah ayazından kalma ince bir hırka. ama nasıl yakıyor. bu sıkışıklıkta çıkarmak zorlu olacak. öyle ki düşüncesi bile terletiyor. sağımda çünkü yeşil, cerrahi maskeli bir hanımefendi. solumda da bir ergen irisi var. lakin sıcak hava ve sıkışıklık çok bunaltıyor. o yüzden her şeyi göze alıyorum.
.
kendimi öne eğiyorum. önce sol kolumu çıkarmayı deniyorum hırkadan. olacak gibi. ha gayret. ergen irisi kıpraşmazsa çıkarabilirim sanki. ama o da ne! yumruğun hırkanın dirsek kısmında takıldı. ergen huysuzlandı. şöyle bir kımıldandı. durdu. bir daha denemeliyim. yoksa eve varana kadar eriyeceğim. öyle sıcak kasım. pastırmadan öte. hazirandan hallice. yumruğu geldiği yere geri itip aniden çekiyorum. evet oldu işte. sol kolum özgür artık. zafer işareti yapabilirim. yapmıyorum. sağ kolumu düşünüyorum. hanımefendiyi tedirgin etmeden, sapık damgası yemeden üstün bir mühendislik hesabıyla sağ kolumu da çıkarmalıyım çünkü. minibüs hareket halinde. eyleme geçmeden önce hacı'yı ve yolu kesiyorum. hacı kim?minibüsün hacı sakallı, bej takkeli, siyah güneş gözlüklü ve güleç yüzlü, kibar dilli şoförü. efendim diyor, başka ücretini ödemeyen, para üstü alamayan var mı?
varsa iletsin lütfen.
öyle istanbul beyefendisi tadında.
öyle istanbul beyefendisi tadında.
ama kimse konuşmuyor. çıt çıkmıyor. adeta fırtına öncesi sessizlik hakim dolmuşun içinde. sanki herkes benim ikinci hamlemi bekliyor. ben, uygun zamanı bekliyorum.
o münasip vakit de bostancı köprüsünde denk geliyor. dolmuş dolu olsa da en az beş dakika yolcu beklerler, biliyorum.
minibüs durur durmaz, tam sağ koluma hamle edecekken, açık kapıdan içeri yarı alaycı, yarı şakacı kâhya sesi doldu.
- vayy hacı abim gelmiş. puma gözlüklü erkeğim benim.
gözlüğe dikkat etmemiştim. sağ kolumu yavaşça bıraktım. dikiz aynasından hacı'nın yüzüne baktım. sahiden de puma gözlük vardı yüzünde. bir de kâhyanın 'iltifatına' karşılık hafif bir tebessüm. kızmamıştı. alınmamıştı. belli ki aralarında hep şakalaşıyorlardı böyle. gözümü aynadan çektim. dikkatimi yeniden sağ koluma verdim. tam eyleme geçmiştim ki; yanımdaki kadın maskesinin altından söylenmeye başladı. panikle eylemimi yarıda bırakıp hemen oracıkta vahe kılıçarslan kesildim. hareketsiz durup kadının ne söylediğini anlamaya çalıştım. neyse ki benle değilmiş derdi. hacı'ya kızıyormuş. hala ne diye bekliyorsun, minibüs dolu diyormuş. ama bu arada ben, biraz heyecan ve panikten, biraz sıcaktan en az bir litre su kaybettim. yolum uzundu. bu hırka çıkmazsa su kaybından telef olur, namazımı da oracıkta hacı kıldırırdı. gençtim. henüz ölmek istemiyordum. ama sapık damgası yiyip bir minibüs dolusu adamdan dayak yemeyi de istemiyordum. kendimi salakça film, kitap ikilemleriyle avutmaya çalıştım. sophie'nin seçimi'ni, kramer kramer'e karşıyı, dublörün dilemmasını falan aklımdan geçirdim. iki izlemede bitiremediğim batı cephesinde yeni bir şey yok filminin komik sahnelerini düşündüm. sonra da bir kuyumcu titizliğinde operasyona başladım. maskeli abla hala konuşuyordu. ergen irisi telefonunda gençlik dizisi izliyordu. vücudumu önde tutarak, otuz derece maskeli ablaya dönerek ama aslında sağ kolumu ondan uzak tutarak sol elimi belimin arkasından sağ elimle buluşturmaya. hırkayı sağ bilek ucumda yakalamaya çalıştım. olmadı. birinci denemem başarısızdı. içimden, iki hakkın kaldı oğlum mithad, başardın başardın yoksa halin harap diyordum. nefesci arkadaşımın öğrettiği şekilde iki üç kez derin nefes alıp yavaşça diyaframdan bıraktım. sağa doğru meyillendim yeniden. sol elimi sağ bileğime uzattım. yok.. olmuyor... umutlarım giderek azalırken ter damlaları çarşambayı sel aldıracak yoğunluğa ulaşıyordu. son hakkım kalmıştı. bu kez, yüksek atlamacı sergei bubka'yı düşündüm. ilk iki denemesi başarısız olunca üçüncü deneme öncesindeki konsantrasyonunu gözümün önüne getirdim. bir gözümle de yanımdaki ablaya baktım. nefes almadan konuşuyordu. bu iyiydi, dikkati hacı'daydı. hacı'nın da hareket etmeye niyeti yoktu. besmele çektim. bildiğim bir iki duayı okudum ve yeniden otuz derece sağa döndüm. sol elimi arkadan uzattım. yesss. hırkanın ucunu yakaladım. tam çekecekken kâhyanın dünyayı başıma yıkan basbariton sesi duyuldu.
-hacııı, puma gözlüklü erkeğim devam et babacığım. devaamm.
hacı vitesi ileri atar atmaz, minibüs sarsılarak öne gidince hırkanın ucu elimden kaçtı. sağ elim ablanın sol kaba etine çarptı. aynı anda ablanın şimşekler çakan mavi gözlerini görünce bayılmışım.
neden sonra kendimi dörtlü koltuğa uzanmış vaziyette, üstümde hacıyı, puma gözlüklerinin ardındaki tüm ciddiyeti ve bej takkesiyle yüzüme yelpaze yaparken buldum. hacı bir yandan takkeyi yellerken bir yandan da yolculara talimat veriyordu.
- su getirin, su verin. kolonyası olan var mı?
.
33a - noes kidobani
- su getirin, su verin. kolonyası olan var mı?
.
33a - noes kidobani