ekim de beni sever - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ekim de beni sever


yedi karga, bir belediye bankı ve ben suphi!. pazar akşamüstü bir parkta buluştuk. derdimiz ortaktı. en çok ağustosa bozuluyorduk. bu sene hiç olmadığı kadar sıcak ve nem yapmıştı. ekonomi de canımızı sıkıyordu ama bilhassa hafta sonları İstanbul'a sıkışıp kaldıkça ve bir türlü gitmeyi beceremedikçe ne yapacağımızı şaşırıyorduk. en başta kendimize olmak üzere sağa sola çatıyorduk. geminin burnunu düzeltemedikçe daha da hırçanlaşıyorduk. tahammülsüzleşiyorduk. 

sadece hırsıza suç bulmuyorduk elbet. özeleştiri de yapıyorduk. 
acaba diyorduk mutluluk paradigmamızda mı bir sorun vardı? değiştirmek icap eder miydi? dinlediğimiz hüzünlü şarkılara, sardığımız içli filmlere biraz ara mı verseydik? çok düşünmeyi bırakıp sıradan hayatın zevkine varmaya mı çabalasaydık biraz? parkta ya da plajda kitap okurken etrafında top oynayanlardan tedirgin olmuş gibi yaşamayı bırakıp uysal bir koyun gibi hiç şikayet etmeden işe gidip eve dönseydik. insanlar değil trafik, hiç bir bir kurala uymadığında dertlenip sinirlenmek yerine görmezden gelmeyi, yanağımızı öte yana çevirmeyi öğrenmeyi denesek nasıl olurdu? hem annemden iyi mi bilecektim. "hangi birini düzelteceksin evladım" demişti trafikte kural, düstur, insanlık tanımaz kendini uyanık zanneden bir bit yavrusuna saydırırken geçmiş gün. 
doğru ya hangi birini düzeltecektim? 
bugün misal İdealtepe sahilde yiyip içip sıçtıklarını çimlere yayan insan müsveddelerini de düzeltemezdim. araba kullanmayı bilmedikleri gibi kaldırımda yürümeyi bilmeyenleri de düzeltemezdim.
neyse. 
ağustos diyorduk. 
rüzgar en azından parklarda hala güzel esiyor diyorduk. 
buna da şükür diyorduk. 
ama sevgili okuyucu kardeşlerim, abilerim ve ablalarım kaç kişisiniz burayı okuyan bilmiyorum ama evet annem haklı! insanları tek tek değiştiremeyiz belki fakat güçlü ve birlik olunursa karar vericileri etkileyip değiştirebiliriz bazı şeyleri. o yüzden ve her geçen gün betonlaşan şehirerimizde çirkin, gudubet, gri binalar arasında az da olsa kalan hatta bir metre kare de olsa elimizde kalan bu yeşil alanları koruyalım, kollayalım, sevelim. kolay değil biliyorum işimiz. ama...
ama işte...
ağustos nasılsa gelir geçer. hatta farkına varmadan  eyül bile geçer. ama ekim?
orada duralım işte. çünkü ekim mümkünse yavaş geçsin. hatta hiç geçmesin. burgaz açıklarında demir atan, güney amerika'ya oto yedek parçası, ıvır zıvır ve bilimum hırdavat götürecek kuru yük gemisi gibi kalsın öylece. gerekirse kasım, aralıka oradan nisana biz gider geliriz. ama ekim?
ekim diyorum. mümkünse çocukluğumu, ilk gençliğimi bu sene olsun yeniden sunsun bana. önümüzdeki iki veya üç yıl sadece ekim yaşansın mesela. malum ne çok soğuk. ne çok sıcak. insanlar güneyde denize girebilsinler yine mesela. kaçırdığım, bir türlü ucundan kıyısından tutturamadığım, tutunamadığım hayatı en azından en çok sevdiğim ayda, ekimde yakalama şansı verilsin istiyorum. 
çok şey mi istiyorum? 
hayat sadece bana değil aslında hepimize bu kadarını borçlu değil mi? 
tamam herkes ekimi sevmeyebilir. saygı duyarım en İbrahim tatlıses tefaffuzumla. bu iki üç sene ekim olsun. sonra işte sırayla ya da karışık. Mayıs, Mart, Kasım, Şubat gider öyle. hatta kampanyayı genişletip gün sevenler için iki yıl cumartesi, çarşamba, pazar vb gün çeşitlemesi hatta mevsim güzellemesi bile yapılabilir. çünkü atalarımız çok güzel insanlar. ve çok güzel sözleri var. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara gibi mesela. ama ve rica ediyorum. bu ekim diyorum hiç bitmesin. otuz bir ekimden sonra bir ekim gelsin yeniden ve yeniden. hani bir film vardı yarın artık bugündür mü yoksa bugün aslında dündü diye mi çevrilmişti. o film işte! yanılmıyorsam James beluchi başroldü. ya da ona benzeyen bir adam. işte o hesap ekimden çıkıp yine ekime girelim bir kaç yıl. arada denize de gireriz. hoş olmaz mı?
hem ve son tahlilde; ben ekimi seviyorum doktor. sorsan o da beni sever..
evet.
.