bazı şeyler : 144-151 kaplumbağalar da uçar - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 144-151 kaplumbağalar da uçar


144-bakiye : sabah. onu biraz geçe. geceden kalma uykusuzluğum. dördüncü kupa çayım. rüzgar gülüm. beyaz kuşlarım. içli şarkılarım ve masmavi marmara’ya ayağını uzatmış burgaz'ım. bu pazardan bana kalan.
.
145- suskunlar : son dört tıraşımda nerdeyse hiç konuşmadık. o makasını konuşturdu. ben antika avcılarını izledim açık olan tv’de. ama dün sabah dayanamadım. lafı ben açtım. ne zamandır buradasınız sorumu bekliyormuş sanki. oturduğum sitenin kuruluş yılından, eskiden buraların hep dutluk olduğundan, gençlerin artık berberlik mesleğini tercih etmediğinden, beş temmuzdan sonra sıcakların daha çok bunaltacağından, gözümün önünde raflarını al aşağı eden meraklı kedisinin aslında çok uslu olduğundan bahsetti. nefes almadan anlattı. anlattı. anlattı. konuşmaya susamış gibi dizdi bir dünya kelimeyi. arada bir de anlattıklarına olan ilgimi kontrol etti aynadan. ikna olmuş olacak ki usul usul anlatmaya devam etti. son dört tıraşın açığını da kapattı böylece. son tahlilde, konuşmadığımız ne varsa saçlarımla birlikte ortaya yere dökülüverdi.
.
146- : muadele kafamdan şelaler akıyor, otobüsler geçiyor sanki. düşündüklerimle gördüklerim bir değildi çünkü. ofis pencereme farklı bakmıştım o gün. öyle farklı ki; ne yana baksam bir mücadele görüyordum. hayat bize yeni bir şeyler mi öğretmeye çalışıyordu? yahut anlattıklarının üzerinden mi geçiyordu? 
şu ağaçlar mesela, kuvvetle esen kuzey rüzgârına boyun eğmiyorlar. yahut boyun eğmiş gibi gözüküp yine kendi bildiklerini okuyorlar. üstündeki bulutlar koşar adım ilerideki dağın zirvesine gidiyorlar. önce varanlar arkadan gelen arkadaşları için yer tutuyorlar sanki. öyle bir telaş içindeler. 
ya kuşlara ne demeli? rüzgarla savaşmıyor sevişiyorlar adeta. tüm içgüdüsellikleriyle yaşıyorlar hayatı. ahh bir de o süzülmeleri yok mu!
peki biz ne yapıyoruz bu modern keşmekeşimizde?
.
147: harita : nilüfer’in bir şarkısı vardı eskiden: haziran vakti. hala var. çıktın geldin haziran vakti diyordu. bir haziran sabahı işte çıkıp gitmeye ramak kaldı, eski bir kavşakta.
çünkü çıldırmış olmalıyız marta, çıldırmış.
başka izahı yok bu monotonluğun, hıçkırık tutmuş gibi iki ileri bir geri gitmelerin. sevmek zorunda bırakıldığın mesleğindeki anlamsız gündelik işlerin, sabah gidip akşam dönmelerin, ekseri çoğunluğun ezberlenmiş hayatlarını yaşamanın. oysa hesap kitap yapmadan, haritaya değil de sadece güneşe bakıp yol almak ne kadar zor olabilir? hem ne kadar?
.
148-meksika : herkesin hayatında taşımakta zorlandığı yükleri ve bir meksika açmazı mutlaka olmuştur. benim de var. ve bir allah bir de ben biliyorum. başka kimsenin bilmesine gerek yok.
.
149- araf : deceit adında bir ingiliz mini dizisi. gerçek hayattan uyarılmış. ilk bakışta onlarca polisiye diziden, asayiş olaylarından biri olarak görünüyor. ama niamh algar diye bir kadın. dizinin tam ortasında. bu kadar mı sahici olunur, bu kadar mı içten kotarılır bir rol. hayranlıkla meftunluk arası bir yerdeyim dün akşamki finalden beri.
öyle yani.
.
150- hazırlık: pazar günleri beni vuran o yokluk, manasızlık, sıkıntı ve koyu bir özlemle birlikte anlaşılmaz bir kederin çevrelediği o karanlık his henüz teşrif etmedi.  ölümü bekler gibi bu duyguyu bekliyorum. beklerken biraz olsun neşeli şarkılar dinliyorum. hazır olmak için..
.
151- deneme : bir yandan da haftaya çıkacağım tatilin hayalini kuruyorum. okumayı düşündüğüm kitapları ayarlıyorum falan. öte taraftan yeni bir şey deneyeceğim. daha önce hiç duymadığım şarkılardan, hiç dinlemediğim şarkıcılardan oluşan bir yol listesi hazırlamayı düşünüyorum. bu bile tek başına heyecan vericiydi. sonra dedim ki kendime; pazar bulantısının canı cehenneme. “fuck off oğlum sunday!”
.