devlerin aşkı büyük olur - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

devlerin aşkı büyük olur




her sonbahar başlangıcında olduğu gibi bu eylülü de balkon yıkayarak karşıladım. benim gibi uyumsuz şehir insanları için balkon mühim çünkü. belki de şehirde yaşamak zorunda olan bizim gibi bir avuç uyumsuzun doğayla tek bağlantısı olan bu açık balkonlar hayata tutunmamızı sağlıyor. yoksa çıldırmak içten bile değil demeyeceğim. zira o evreyi istanbul’a ‘kavim göçleri’ başlamadan önce aşmıştık. anlatmak istediğim bir sıkışmışlık, bir nefes alamama durumu. tabiri caizse amerika’da katledilen floyd sendromu bu. orada merhumun üstüne bir insan müsveddesi çökmüştü burada bizim üstümüze çöken çökene. hani ailesi ve sevenleri affetsin ama o kurtuldu. biz hala can çekişiyoruz. neyse işte bu yıkadığım üç ila beş metrekarelik balkon bir parça maviliği ve beyazlığı görmeme, rüzgarın şevkatini hissetmeme dolayısı ile bir yudum nefes almamı sağlıyor. o yüzden şükür niyetine gözüm gibi bakıyorum bu yaşamsal mekanıma. bir dediğini iki etmiyorum. hatta abartıyorum. 
çok sıcak oldu biraz serinlesek mi sahip diyor itfaiyeyi çağırıyorum. buralar çok yavan biraz yeşillendirsek mi diyor botanik bahçesini yığıyorum kenarlarına. çok sessiz oldu neşelenelim mi diyor dostlarım martı benjamin ile karga rafi’den rica ediyorum sağ olsunlar tanıdıkları bülbül ve kanaryaları gönderiyorlar, felekten bir gece çalıyoruz. elbette bunlar halledilebilecek istekler, pek sorun olmuyor. ama bazen öyle istekleri oluyor ki köftehorun baş edemiyorum. misal geçen gün karşıdaki tamamlanmamış iş ve kültür merkezinin inşaatına aşık oldu herze. tutturdu bizi bir araya getir, ölüyorum aşkımdan, bizi birleştirmezsen sıva çatlaklarımdan ikiye ayrılır, intihar ederim dedi şerefsiz. boş bir tehdit değildi, biliyordum. iki sene önce; “canım çok sıkılıyor, hadi kuş vuralım” isteğini yerine getirmediğim için yağmurlu bir gün pis su giderini kapatıp kendini boğmaya kalkışmıştı. bu nedenle yalvardım yakardım. tane tane, güzellikle anlatmaya çalıştım. oğlum dedim davul bile dengi dengine. bir bak halinize. barış manço’nun şarkısındaki şerife ile osman gibisiniz. sen; seksenlerin sonu doksanların başından çıkma, dış yalıtımı olmayan, deprem testinden kanaat notuyla geçmiş, artık çatısına martıların bile konmaktan imtina ettiği, bahçesine kedi köpeklerin pislediği, peyzajını çalı süpürgesiyle, terzi makasıyla ahmet efendinin yaptığı bir binanın çıkmasısın. 
ama o öyle mi? 
daha inşaat bitmeden etrafındaki allı pullu, metroseksüel binaların söz kesmek için yöneticilerini gönderdiği, değişik hediyeler yollayıp kur yaparak aklını çelmeye çalıştığı, peyzajını londradan özel getirilmiş mimarların yaptığı, elektrikten suya her ayrıntısının akıllı sistemlerle donatıldığı, tamamlandığında değil semtin anadolu yakasının medarı iftiharı olacağı söylenen bir bina. hem ahmet efendinin dediğine göre yandaki fransız balkonlu binayla söz kesilmiş. açılışında iki tören birlikte yapılacakmış. o yüzden gel vazgeç bu sevdadan. sana bina mı yok? 
nuh dedi peygamber demedi. 
ya o ya da...
lafını tamamlamasına engel oldum. gerisini duymak istemedim. tamam dedim sen kazandın.
ertesi gece yarısı tüm mahalle uykuya dalınca bauhaus’tan aldım elektrik kablosunun bir ucunu bunun demirden yapılma gider borusuna öteki ucunu da inşaatın son kat filiz demirine bağladım. meğer herzeler benden habersiz üç aydır uzaktan uzağa elektrikleniyorlarmış zaten birbirlerine. ben bunları kabloyla bağlayınca iyice coştular. gece bunların mutluluk kıvılcımlarıyla aydınlandı. ayırmak mümkün olmadı. bir de alıştılar, her akşam her akşam demeye başladılar. ama orada ağırlığımı koydum. hooop dedim. unutmayın ki ben hala bordrolu mahkumum. sabah işe gidip akşam eve dönüyorum. hep bana hep bana olmaz. win win yapacağız dedim. baktım bizim taş kafadaki o dediğim dedik astığım astık kestiğim kestik maço tavırlar kırılmış, aşkından pelte olmuş hergele. uzatmadı. uzatmadım. orta yolu bulduk. işe gitmediğim haftasonu gecelerinde bağlıyorum bunları birbirine patır patır geceyi aydınlatıyorlar. dün gece misal adalar karşısındaki kıvılcımlar ve sesler sizin sandığınız gibi havai fişek değildi dostlarım. bizim hergele gemileri karadan denize yürütüyordu yine.
.