...
kadın; kırk yaşındadır. ama soranlara otuz dokuzum der. edebiyata ve güzel sanatlara düşkündür. boş vakitlerinde denemeler yazar, kara kalem resimler çizer. aslında bir ithalat-ihracat firmasında orta düzey yöneticidir. hukuk okumak isterken küçükpazar’da hırdavat üzerine toptancı işletmesi olan babasının baskısı nedeniyle işletme fakültesini bitirmiştir. başta babası olmak üzere ailesinin baskısından kurtulmak için de sırf kendisini çok seviyor diye -kendisi aşık olmadığı halde- üniversiteden sınıf arkadaşıyla daha mezun olmadan biraz da mecburiyetten evlenmiştir. birinci yıl dolmadan, biri kız, biri erkek ikiz çocukları olmuş ama asla mutlu olamamışlardır. babasıyla ortak iş yapan kocası iflas edince kendini alkole ve gece hayatına vermiş hatta fiziki şiddete de başvurması sonucu beşinci yılda boşanmışlardır. ayakları üzerinde durabilmesine, yöneticiliğe yükseldiği şirkette dolgun ücretle çalışmasına rağmen baskıdan kaçtığı babaevine yine baskıyla dönmek zorunda kalmıştır. ikizler büyüyüp dedenin otoritesinden uzağa biri dokuz eylül üniversitesi diş hekimliği fakültesi’ne, diğeri annesinin hayalini gerçekleştirmeye ankara üniversitesi hukuk fakültesi’ne yazılmışlardır. boşlukta kalan dede kendini kentsel dönüşüme verir. kadının tüm itirazına, çocukluk anılarım burada diyerek gözyaşı dökmesine rağmen arnavut babasının inadı ve “mahallede bir biz kaldık kızım, herkes dönüşüme verdi evini” son sözüyle bir buçuk senelik kiracılıktan sonra yeni binaya taşınmışlardır. kadın bu balkonsuz, bahçesiz, ağaçsız evden ve içinde fransız geçen tüm kelimelerden nefret etmektedir. öyle ki fransızca şarkı dinlemeyip fransızca filmler izlememektedir. yalnız ve mutsuzdur. işten arta kalan zamanlarda edebiyata ve sanata verir kendini. hikaye yarışmalarına öyküler, resim yarışmalarına kara kalem çalışmalarını gönderir. öyle pek büyük başarısı olmasa da bir üçüncülüğü bir kaç da mansiyon ödülü bulunmaktadır. oysa kazanmaktan çok çalışmalarının sanatsal ve edebi bir karşılığının olup olmadığını merak etmektedir. biraz da arkadaşlarının baskı ve gazını gidermek için katılır bu yarışmalara. yoksa yazı-çizi işleri onun hayata tutunma biçimidir. özellikle de çocuklar gittikten sonra. iki bin on dokuz ağustosundaki son mansiyon ödülünden sonra hiç bir yarışmaya iştirak etmemiştir. resimlerini eşe dosta dağıtmış, yazılarını sadece arkadaşlarının okuduğu bir bloga yazmaya başlamıştır. o pazar öğleden sonrası babasıyla, incir çekirdeğini doldurmayan bir mesele nedeniyle tartışınca hava almak için balkonu olmayan evin penceresine çıkar. aşağıda, hafif sol çaprazında elindeki çay fincanıyla hareketsiz oturan adamı görür.!...
kadın, adamın bu ilginç pozisyonunun kara kalem resmini çizmeye başlar hemen kafasında. adam, önündeki sandalyeye sağ bacağını dümdüz bir şekilde uzatmış, sol bacağını da dizden bükerek sağ dizinin hemen üstüne adeta ters 4 işareti yaparcasına yerleştirmiş. sol kolunu, dirsekten itibaren hemen yanındaki, üzerinde allı morlu çiçekli desenler olan muşamba örtülü küçük masaya yaslamış, sağ elinde tuttuğu cam fincana, delinin suya baktığı gibi bakmaktadır. tuğladan örülme küçük balkon duvarlarının üstünde yedi sekiz vazoda çeşit çeşit çiçekler var. en sağ köşede rengarenk bir de rüzgargülü. balkon kapısının sağ yan duvarında ağaçtan yapılma bir kuş evi. içinde kuş olduğuna dair şimdilik bir belirti yok. yine masanın üzerinde ters dönmüş kalın bir kitap var. ama o kadar uzaktan kitabın kime ait olduğunu anlamak çok zor. yine de şansını dener kadın. biraz sağa, biraz sola eğilir, gözlerini kısar ama nafiledir çabası. kitabın adını da yazarını da okuyamaz. fakat kadın kitabın adını öğrenmeye çalıştığı an bir şey olur. neredeyse bir kaç dakikadır heykel gibi hareketsiz duran adam birden hareketlenir. kadının hiç beklemediği bir anda, başını fincandan yukarıya kaldırır aniden. göz göze gelirler. dünya bir anda derin sessizliğe bürünür. bunu sessizce ama içten gülümsemesi takip eder adamın. gülümsemenin peşinden de elindeki çayı sağlığına dercesine kadına doğru uzatır.
kadının iç sesi sinirlidir. hatta öfkeli bir hülya koçyiğit sedasıdır. bu kadarı da çok fazladır canım. bu ne cüret! bu ne samimiyet. bu ne pişkinlik hem? tamam ben de gereğinden uzun bakmış olabilirim ama resim için şey etmiştim sadece. hem o bunu görmemiştir ki?
adam içinden de dışından da bir şey demez. bir şey diyecekmiş biraz da sinirli bakan kadının konuşmasını bekler.
kadın konuşmaz.
adam susar.
çayından bir yudum alır.
kadın hala konuşmaz.
adam başını öne eğer. fincanına bakar. çayın içinde sadece pencere vardır artık. kafasını kaldırır yukarıda da yoktur. kadın gitmiştir. hayal mi görmüştür acaba? o bunları düşünürken sağındaki kuş evine telaşlı bir beyaz güvercin girer. kuvvetli bir rüzgar eser. karşıdaki elektrik tellerinden iki manga kuş havalanır. rüzgargülü balkona düşer. adam önce rüzgargülünü sonra kafasını kaldırır. kadın yine pencerededir. elindeki deftere sakin sakin bir şeyler karalamaktadır. adam bu kez önce beyaz güvercine sonra bulutsuz, masmavi gökyüzüne bakarak gülümser..