tehlikeli oyunlar - III - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

tehlikeli oyunlar - III


tuhaf. bu sabah çıldırtan istanbul neminde, belki biraz daha eser diye her zaman oturduğum duvar dibi yerine balkonun en uç kısmına oturmuş boş boş, sokaklara bakıyordum. sonra nerden aklıma geldiyse eski ama çok eski yazlarımı, temmuzu, ağustosu anımsamaya çalıştım. çok küçük yaşlardaki bir sürü anıyı, en lüzumsuz detayları dün olmuş gibi gören beynim. durmuştu sanki. çocukluğu geçtim ergenlik yazlarıma dair bile bir kırıntı bulamadım. acaba çok mu mutluydum? huzursuz ruhum henüz faaliyete geçmemiş miydi? oysa araphan yokuşundan silahtarağa düzlüğüne onlarca kez inip çıkmıştım annemle. sahi babam hiç yoktu yanımızda. çalışıyor olsa gerekti. bu yolculukların unutamadığım, değişmez ritüeli vardı. özellikle dönüş yolunda araphan yokuşunun milyon basamaklı merdivenlerini çıkarken yorulup kaldırıma taşan ağacının gölgesinde dinlendiğimiz insanlar biz istemeden koşup bir sürahi suyu “susamışsınızdır” diye getirirlerdi. hatta bazıları yeni yaptıkları poğaça ve kekleri ikram ederlerdi. şimdi işte balkondan bakarken arabasının camında hala türkan şoray ve müslüm gürses fotoğrafları olan romantikleri görünce enseyi bu kadar karartmak doğru mu emin olamadım. notlarıma bakma, düşüncelerimi yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissettim. 
oysa ve halbuki çok düşünmeye gerek yoktu. hepimizin çocukluğu biraz da yaşar şarkıları gibi değil miydi? hareketli ama aynı zamanda hüzünlü. netameli fakat yaşanılır. şimdi ne yediğimizin tadı var ne içtiğimizin. ama bu yol tehlikeli. bu yol çıkmaz. o yüzden girmeyelim şimdi domatesin gerçek kokusuna. köprüden önceki ilk çıkıştan sapalım. topu taca atalım. hem nostaljinin de bokunu çıkarmayalım. toparlayalım canım insanlar. toparlayalım.
ne diyorduk? 
yaşar şarkıları gibiydik evet. büyüklerimize ve atasözlerine karşı saygılıydık. kendimiz düşünce ağlamıyorduk. elimizdekileri paylaşmayı biliyorduk çünkü büyüklerimizden öyle görmüştük. zamane çocukları şimdi fotoğraf ve video paylaşıyorlar. ama o ayrı. çünkü ve maalesef devir değişti. bunu kaldıramayanlar yahut ayak uyduramayanlar erkenden göçüp gittiler. hayatta kalanlar kazandıkları yerleri, şehirleri terk ettiler. dağlara ve deniz kenarlarına çekildiler. benim gibi şehir ve dağ arasında kalanlar bir kısırdöngüye tutulup her allah’ın günü yazdılar. yazdıklarını beğenmeyip sildiler. yeniden yazdılar. yine sildiler. yine yazdılar. nihayet, temmuz çölünde çocukluk yazlarını aradılar.
.
.