her şeyi anlamak zorunda değiliz elbette. amavelakin, milyarlarca para ödeyerek balkonsuz evlerde oturanları anlayamıyorum. keza, açık balkonlarını kapatanları. oysa bugünkü gibi güneş herkese, her eve lazım. ben mesela kayıtsız kalamadım. en fransız, en kapalı balkonlara karşı belki de sokağın tek açık balkonuna gururla konuşlandım. tam cepheden gördüğüm güneşe diyorum bayım, hiç direnmedim. tereddütsüz teslim oldum. ondan önce 26 parçalık yeni müzik listemi açtım. komşu evlerden gelen, yeni yılın ilk kızartma kokularıyla şenlik tamamlandı. gözlerim kapalıydı. şairin kıskanacağı, neresi olduğunu kestiremediğim ama çok iyi bildiğim bir duygunun içindeydim. sahici bir domates kokusu hakimdi gezegene. öyle ki annem mutfakta henüz kesmiş. bıçakla ikiye ayırır ayırmaz kokusu yüksek giriş balkonunuza kadar uzanmıştı. ayaklarımı boyumdan büyük sandalyeden sallandırmış, sokakta voleybol oynayan abileri izliyordum. tingir’in -bastiani kalesi’nden hallice- bahçe duvarından, emin amca’nın dut ağacına gerdikleri kırmızı çamaşır ipinden mütevellit filenin bir yanında memet abi, mustafa abi, ali ekber ve arkada fasülyeden ferhat, öte yanda cengiz abi, hasan abi, turan ve fasülye namık var. cococolasına oynuyorlar. çok hırslılar ve kan ter içindeler. mevsim yaz olmalı. domates olduğuna göre. en kötü, bahardan yaza dönmek üzeredir. servisi atmak üzere olan memet abi; “atan beş, karşılayan üç” diyor gururla. tam servisi kullanacağı sırada heyecanlı ve sürekli bir korna sesi. yukarıdan aşağı hızla gelen kırmızı ekmek arabası bu. oyuncular iki yana çekiliyorlar. memet abi, çevik bir hareketle emin amca’nın duvarına çıkıp kamyonetin tentesi takılıp koparmasın diye ipi yukarı kaldırıyor. kamyonet aralarından geçip niyazi amca’nın bakkalının önünde duruyor. memet abi duvardan inip yeniden servis konumuna dönüyor. “atan beş karşılayan ikii” diyor. “sktirlan demin üçtük ne ara iki olduk adam gibi say şunu” diyor hasan abi. pis pis sırıtıyor memet abi. “atan beş karşılayan üç, setlerde bir sıfır öndeyiz. üç seti alan kazanır. unutma!” der demez aniden servisi kullandı. karşı taraf hazırlıksız yakalandı. top kimseye değmeden siyah toprakla çizili oyun alanına düştü. 6-3 dedi ali ekber abi ve memet abiyle çak yaparak kutladı sayıyı. hasan abi yerde seken topa hışımla bir tekme savurdu. fasulye ferhat’ı babası çağırdı. “ferhat hadi oğlum amcanlara gidiyoruz.” aşağıda bütün olan biteni pazar sabahları izlediğim western filmini seyreder gibi gözümü kırpmadan takip ediyordum. memet abi’nin “selim selim” diye bağırışını neden sonra fark ettim. “hadi geç arkaya” diyerek fasülye ferhat’ın yerini almamı istiyordu. bir elimdeki domatesli ekmeğe bir memet abi’ye bakıp aşağıya fırladım. ekmeği kenarda oturan benden bir yaş küçük hilmi’ye verdim. sakın yeme ha diye de tembih ettim.
memet abi servisi kullandı. turan abi iki avucunu birleştirerek yaptığı manşetle topu havaya yükseltti. hasan abi, cengiz diye bağırıp pas vermek yerine çok sert bir smaç vurdu. en son hatırladığım buydu. bir de suratımdaki dayanılmaz yanma izi. ve durmadan beynimde yuvarlanıp duran şarkı sözleri.
our frail little bones
we are here and then we are gone
gözlerimi açtığımda fransız balkonundan bir kadın bana doğru bakıyordu. kim bilir kaç dakikadır. yüzümdeki bu acı. telefonumun saatime göre, bir saattir buradaydım. aynı telefonumun kamerasından bu kez yüzüme baktım. pancar gibi kızarmıştı. karşıda, fransız balkondaki kadın şimdi de ellerini uzatmış ancak avuç içlerine vuran güneşi tutmaya çalışıyordu. yüzümdeki acıya rağmen onları hala anlamıyordum. ama anlamak zorunda da değildim!
.