yoldaş arıyoruzdur belki! bu dünyada yalnız olmadığımızı, hayatın ve feleğin sillesinin yalnızca bizim suratımızda patlamadığını bilmek belki de gizliden bir rahatlama, devam etme gücü veriyordur itiraf edemesek de kendimize. ya da başka bir sürü şey. ama mevzu bu değil bugün sevgili dostlar, aziz romalılar!
mevzu bir yaş dönümünün daha gelip çatması. ömürden ve elden bir yılın daha uçup gitmesi. böyle olunca yani sona doğru bir adım daha yaklaştıkça ister istemez kendi hesap defterini açıyor insan. bu kadar yıl ne idim, ne oldum, ne yapmaya çalışıyorum, ne yaptım, iyi mi yapıyorum kötü mü, kendimden razı mıyım, bugüne başka türlü gelebilir miydim ya da hiç gelmeyebilir miydim? bitmeyen sorular, dinmeyen iç sızlanmaları.
geçen sene dediğim gibi; iyisiyle kötüsüyle kendi anlayabileceğim dilde, dilim döndüğünce son altı yıldır yazıyorum bu yaş dönümlerini. bu yedincisi oluyor. daha ne kadar devam eder, bundan sonra yazar mıyım yazmaz mıyım bilmiyorum. ama bu sene erkenden yazmak istedim. belki kronik pazar sıkılganlığımdan, belki ‘dolunay ibnesi’ yine bir atraksiyon yapmıştır. bilemiyorum. bildiğim; bu sabaha yine can sıkıntısıyla uyandığım. sebepsiz. şekilsiz. renksiz. kokusuz.
yarım yamalak kahvaltı yapıp dışarı attım kendimi. yürüdüm adımlarca, metrelerce. dakikalarca. bir kaç insan görürüm diye ihtiyacım olmadığı halde bir iki elbise denedim. giydim. çıkardım. tezgahtarın sahte beğenisine inanmış gibi yaptım. bir kaç parça eşya satın aldım. yine yürüdüm. yürüdüm. yoruldum. kürkçü dükkanına döndüm. balkona çıktım. denize ve burgaz’a baktım. bembeyaz bir sis. boşluk vardı. tıpkı hayatım gibi. o vakit yazmak istedim. gelmişimi, geçmişimi. emre aydın’la ahmet kaya arası bir hüzünle vaktinden önce yazmaya başladım 27 ekimi. çünkü bugün öyle bir gün. çünkü, yazmalıydım. bir şeyler karalamalıydım. hem geçmiş muhasebesi için fark eder miydi 27 ya da 25 ekim olması? ya da yıllar önce bir arkadaşımın dediği gibi; “vaktinden önce veya vaktinden sonra ne fark eder, doğmuş olmam yeter” miydi? yoksa doğmamış olmayı mı tercih ederdim? bu kadar çok yükü taşımayı ister miydim? yine olsa yine gelmek ister miydim? beynim diyorum; bu kadar çok soru sorarken yazmasam olmazdı. yoksa niye ve nasıl yazdığım ne fark eder!
.
şimdi işte güneş hala cimri, koyu bir sisin içinde. uykusunu alamamış verimsiz bir memur gibi. keza marmara ve adalar, aynı sise teslim olmuş durumdalar. ben, ben zaten yıllardır... bir tek, karşı inşaattaki sarı yelekli işçiler, sadece onlar veriyor hayatın hakkını. ama onların da ne hayalleri var hala bilmiyoruz..
.