genelde rüyalarımı hatırlamam. haliyle sabah kalktığımda dün gecekini de hatırlamadım. ama huzursuzdum. gece bir kaç kez uyandım. niye bilmem pencereden dışarı baktım her seferinde. ayıptır söylemesi direk tuvalete giderdim oysa gece uyanışlarımda. bu gece. bir, iki, üç. her uyanmamda perdeyi araladım. yukarı baktım. gök kubbe yerindeydi. yıldızlar da elma ağacındaki meyveler gibi asılıydı. halbuki en son böyle merakla baktığımda gece camdan dışarı çocuk sayılırdım. ya orta sona yahut lise ikiye gidiyordum en fazla. o zamanlar çünkü istanbul’a çok kar yağardı. kar yağıp bahçeyi doldurdu mu diye bakardık. yahut sokak lambası ışığından yağıp yağmadığına, yağıyorsa şiddetine bakardık. malum şimdinin teknolojisi yoktu. ve elbette dakika başı gelecek ayın son çarşambası istanbul’a kar yağacak diye bir ay önceden hava raporu sunanlar da yoktu. neyse konu dağılmasın. bir huzursuzluk, bir kırgınlık sabahıydı. pesoa geldi hemen aklıma. hep pazarları okurdum. bir ya da iki sayfa. çoktandır yüzüne bakmıyordum. yüzümü bile yıkamadan odamdaki küçük kitaplığa yöneldim. bulmam zor olmadı. kitaplığın en üstünde alt alta sıralanmış görece 4 kalın kitap duruyordu. en altta dostoyevski’nin budala’sı. üstünde pesoa’nın huzursuz kitabı, onun üstünde ayfer tunç’un bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi ve nihayet en üstte tanpınar’ın huzur’u. mahşerin dört atlısı gibilerdi. başka bir deyişle, yıllardır bir türlü bitiremediğim ve belki de bilerek bitirmek istemediğim dört kitap. diğer üçünden özür dileyerek pesoa’yı aldım elime. rastgele bir sayfa açtım...
19. bölümün hemen üstünde altını çizmiş olduğum bir paragraf gülümsetti beni. acıyla..
“belki de sonsuza kadar muhasebeci olarak kalmak kaderimdir; şiir ve edebiyat ise alnıma konmuş bir kelebektir belki; parlak güzelliğiyle gülünecek halimi iyice ortaya çıkaran bir kelebek.”
perdeyi aralayıp pencereden dışarıya baktım. karşımda beş adet sarı kafalı, sarı yelekli inşaat işçisi duruyordu. pazar olmasına rağmen çalışıyorlardı. perdeyi geri kapatırken zihnimden geçen altyazılar karışıktı. covid19, ekmek parası, limon kolonyası, dinamik süreç, cüzdan virüs kıskacı, 14’lü kural, ingiliz polisiyeleri, sürveyans, 65 yaş yasağı, açık oturum savaşları, hızlı tarama kitleri, saçımın çok uzaması, bakanın twitleri, berberlerin kapanması, anneme dışarı çıkma tembihlerim derken rüyamı hatırlar gibi oldum. babamı görmüştüm. yine hasta olmuştu. bu kez son gördüğümden daha kötüydü durumu. annem yanındaydı. ama ben hem vardım, hem yoktum yanlarında. bir deniz feneri gibi bir yanıp bir sönüyordum sanki. ortam bir aydınlanıp bir kararıyordu. karışık. haddinden fazla bulanıktı ortam. sonra perdeyi araladım. dışarıya baktım. her yer zifiri karanlıktı. dünyanın bütün ışıklarını söndürmüşlerdi sanki. yalnızca çok uzakta bir yıldız belli belirsiz göz kırpıyordu bana.