bu kış belki de tanpınar inadımdan geçip aylak adam’ı yeniden okumalıyım. yahut geçen günlere yazık edip kalan gün sayımı bilmediğim hayatıma sil baştan başlamalıyım sevgili viktor. ama sıfırdan. hiç bir şeysiz. hiç kimsesiz. işsiz. güçsüz. evsiz. kimseyi bilmediğim. kimsenin beni bilmediği yabancı bir coğrafyada. bugüne kadar cesaret edemediğim bu eyleme bu kez cesaret edebilir miyim bilmiyorum. bu kasım diyorum çünkü; eski kasımlara, bildiğim ve dedelerimizden bize miras kalan kasımlara hiç benzemiyor.
hayır hayır! n’olacak bu dünyanın hali, küresel ısınma, değişen iklimler deyip çevreci duyarlılığı kasmaya hiç niyetim yok. zira yol aldığım uçağın kabin basıncı düştü ve önce kendi oksijen maskemin takmanın derdindeyim şu an. bu yük diyorum; ağır gelmekten ziyade artık yavaş yavaş öldürüyor beni canım viktor. uzun yıllar karanlık bir odada el yordamıyla çıkışı aradıktan sonra son bir kaç yıldır umudu kesmiş, kabullenmiştim yazgımı. fakat o el rahat durmuyor, aynı yordamla yine bir çıkış arıyor kendine.
.
eski bir boksörün işlettiği denize sıfır bir balıkçı kahvesinden yazıyorum şimdi. serseri kuşlar cirit atıyor etrafımda. ve hemen on metre önümde güneş ışınları, marmaranın sakin sularıyla cilveleşiyorlar. karşımdaki iki üç masada mutluluğu satın almaya çalışan hafta sonu kahvaltıcıları, mutsuz yüzlerle, birbirleriyle sohbet etmeden, ellerindeki telefonlarla cumartesi kahvaltısına oturmuşlar. ben ise güneşten alabileceğim maksimum faydanın peşindeyim. çünkü böyle zamanlarda ruhumun ve bedenimin tek ilacı bu sarı mucize. arada ters esen rüzgarla kaldırımda yürüyenlerin birbirinden hoş kokularıyla uzak, çok uzak diyarlara gidiyorum.
.
misal ilk güzel kokuyla ‘küçük bir sahil kasabasına’ iniyorum. daha önce hiç gelmediğim bir yer burası. ege mi akdeniz mi yoksa içinde bulunduğum marmara’nın bir parçası mı? hiç bir fikrim yok. ama denize sıfır, salaş bir mekan. dalga seslerine karışan, hafif tatlı bir de müzik var. şarkıyı tanıyacak gibi oluyorum ama bir türlü çıkaramıyorum. sonra denizin içine sokulmuş, rengarenk, ağaç masa ve sandalyeler. ve gökkuşağının her tonu var. karşıdaki dağı henüz aşmayı başarmış güneşin ilk ışıkları da bu cümbüşe katılmakta fazla gecikmiyor. arkada konuşlanmış mekanın içinde kimse yok. işletmecileri henüz uyanmamışlar. aslında kimse uyanmamış. sanki bütün dünya uyuyor. yahut büyük bir felaket olmuş da yalnızca ben kalmışım gibi. öyle bir yoksunluk. öyle bir sessizlik. kuşlar bile yok. sadece geceden ya da felaketten önce açık bırakılan müzik sesi. şarkıyı bir yerden çıkaracağım ama bulamıyorum bir türlü. belki de diyorum..
.
belki de hiç direnmemeli. akıntıya karşı kulaç atmak yerine akıntının götürdüğü yere gitmeli. ama bu kış diyorum aylak adam’ı mutlaka okumalı. mutlaka..