ada-2119 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ada-2119




püfür püfür esen adanın yerini hiç bir yer, hiç bir kıyı şeridi tutmuyor bayım. bilhassa bu ağustosu taklit eden, özenti eylül başlangıcında. çünkü ve zira esmiyor, paklamıyor, hiç bir yer içimdeki ve dışımdaki nemi. oysa denizin en kenarındayım. ve adaya, kuş uçuşu sekiz kanat çırpımı mesafedeyim. yarısından çoğu güneş aldığı için tercih edilmeyen, gölgeli kısmında ise bir karabaş köpeğin istirahat ettiği öksüz masaya, karabaşı rahatsız etmemeye çalışarak, özenle oturdum.
şimdi işte bir önümdeki denize, bir -uzak mıyım yakın mıyım bilemediğim- iki gün önce içinde cirit attığım, bir çocuk gibi şen olduğum adaya hasret ve hasetle bakıyorum.
 
..



halbuki uzaktan bakınca ada’nın da kafası biraz karışık ve başı dumanlı görünüyordu. kıyıdaki martılar da hayli düşünceli. hatta gruplar halinde ‘n’olacak bu dünyanın hali’ diye toplantılar yapıyorlardı. bank köşelerinde kediler ve kargalar hakeza. insanlar da sıkıntılıydı. ellerinde saatli maarif takvim yaprakları, ağustostan mı eylüle geçtik yoksa eylülden ağustosa eksen kayması mı yaşadık emin olmaya çalışıyorlardı. saat sorar gibi birbirlerine hangi ayda olduklarını, hatta içinde bulunduğumuz yılı soranlar bile vardı. herkes şaşkın. astrologlar dahil. isviçreli bilim insanları hariç. zira onlar biz demiştik ukalalığı içinde; “zamanında biz uyarmıştık. dünyanın dengesiyle oynamayacaktık hanımlar beyler” diyorlar şimdi televizyonda açık olan bütün oturumlarda. liderler halkı sükunete davet ediyorlardı? kendini hala süper güç zanneden bölünmüş amerika devleti başkanı VIII. trump olanlardan papua yeni gine’yi sorumlu tutarken, kuzey avrupa demokratik ve teokratik krallığı yurt dışındaki vatandaşlarını acil olarak ülkeye geri çağırdı. avusturya, sınırı geçen keçilerini kesip ziyafet düzenleyen macaristan’a savaç açtığını duyurdu. birleşik antartika cumhuriyeti ancak kendi ihtiyaçlarına yettiği için, artık hindistan, çin ve japonya’ya su satmayacağını bildirdi. dünyada bunlar olurken türkiye’de ise muhalefetteki dostlar alışverişte görsün partisi, iktidardaki ayıkla pirincin taşını partisini sarayburnu açıklarında kendi parti kayıklarının önünü kesmekle suçluyor. iktidar da asıl muhalefetin kendi kayıklarının önünü kestiği haykırıyordu. memlekette bu kayıkçı kavgası sürerken, halk da huzursuzdu. bir elma gibi ikiye ayrılmıştı. internet hızlarından şikayetçi olanlar yenikapı’da, daha yüksek binalar yapılmasını ve ayrıca denizlerin de imara açılmasını isteyenler maltepe’de mitingler düzenliyorlardı. yine uzayan ömür bahane edilerek emeklilik yaşının 105’e çıkaran yasayı protesto edenler kızılay meydanını, özel halk ve belediye otobüslerinin durak harici hanımlara olduğu gibi kendileri için de durmasını isteyen erkekler izmir gündoğdu meydanını ve kendilerine bayan denmesini istemeyen hanımefendiler de adana 5 ocak stadı’nın önünü doldurmuşlardı. 
öte yandan tüm bu siyasi ve ekonomik gelişmelerden bağımsız, av mevsiminin açılışını protesto eden balıklar ise kendilerini kıyıya vuruyorlar hatta bazıları greenpeace üyeleriyle birlikte narin bedenlerini sahile zincirliyorlardı. ortalık çok karışıktı. balıkları vazgeçirmek için cem yılmaz’ın torununun oğlu hüdavendigar yılmaz sahile geldi. 
ben cem yılmaz’ın torunun oğluyum. cem yılmaz’ı hatırladınız mı? hani şu hep siyah giyinen, bıyıklı ve göbekli komik adamı” dedi. ama balıklar  şaka mı bu?” diyerek hareketi boşa çıkardılar. zira güvenlik güçleri teknik bir hata yaparak geçmişte başka bir olayda fillerde başarılı olan taktiği balıklara uygulamıştı. oysa balıkların, balık hafızalı olduğu unutulmuştu. neyse ki üstelemediler ve balıklara isteklerini sordularbalıklar da; “shakira’nın torunu dans etmezse ve ekstra bir iki isteğimiz yerine gelmezse eylemden vazgeçmeyiz” dediler. toplu iş sözleşmelerinde tecrübeli bürokratların çabası da sonuç vermeyince shakira’nın torunu natasha pedrik emanuelle yeni delhi tatilini yarıda kesip bostancı sahilindeki balıklara kısa bir resital sundu. balıklar natasha’yı yüzgeçleriyle çılgınca alkışladıktan hemen sonra, avlanma süresinin 7,5 aydan 3,5 aya indirilmesi ve on yıl içinde bedelli avlanmanın getirilmesi koşuluyla eylemlerine son verdiler. 
olayların durulacağını sananlar fena halde yanılıyorlardı. çünkü her şey daha yeni başlıyordu. balık isyanının bastırılmasını müteakip bu sefer de büyükada ve heybeliada’daki atların on iki faytoncuyu rehin aldığı haberi çığ gibi önce ülkeye, sonra dünyaya ve mir iuzay istasyonuna kadar yayıldı. zaten kutuplaşmaya teşne halkımız yine ikiye ayrıldı. atları destekleyenler ve atlar da can taşıyor diyenler bostancı sahilde toplandılar. faytoncular da insan diyenler ise kartal sahilde toplanmışlardı. olayların büyümesini önlemek için tüm deniz trafiği ve ada ile ana kara arası giriş-çıkışlar durduruldu. adaya takviye kuvvetler gönderildi. içişleri bakanı herkesi sükunete ve itidale davet edip sorunu en kısa sürede çözeceklerini, adada ve ana karada mahsur kalanları gruplar halinde tahliye edeceklerini söyleyip bu süreçte herkesten sabırlı olmalarını istedi. sağlık bakanı da rehinelerin sağlık durumlarının yerinde olduğunu ve sadece üç rehinenin stockholm sendromuna tutularak atların tarafına geçtiğini duyurdu. 
sanki bir bilim kurgu filminin içindeydik. sadece yönetmenimiz eksikti ve adeta doğaçlama oynuyorduk. oysa tüm olanlar gerçekti. hastaneler kendini hunharca çimdikleyenler yüzünden dolup taşmıştı. hatta facebookta grup kurup yaşananların kötü bir kabus olduğunu kanıtlamak ve rüyadan uyanmak için antalya falezlerden kendini aşağı bırakanlar bile oldu. maalesef uyanamadılar. atlayanlarım yüz ikisi öldü, seksen beşi çeşitli yerlerinden yaralı olarak tedavi altına alındılar. 
olayı tek bir kişi çözebilirdi. öyle de oldu. laponya’daki inzivasından özel uçakla adalar’a getirilen yaşayan efsane, 165 yaşındaki prof. üstün dökmen küçük şeylerle, anlattığı iki kısa anektodla bu vahim sorunu çözdü. atlar ve faytoncular öpüşerek barıştılar. birbirlerinden helallik aldılar. stockholmcü faytoncular ise istifa edip atlara özgürlük partisini kurdular. 
tam her şey normale döndü derken bir anda köpek havlamaları sardı dört bir yanı. ülkeye ve evrene ‘eyvah bu kez de sokak köpekleri mi kazan kaldırdı’ endişesi hakim oldu. oysa dikkatle dinlediğimde sadece ve karşılıklı iki köpek havlıyordu. ama hiç susmuyorlardı. mütemadiyen havlıyorlardı. sert bir söz düellosuna girişmişlerdi sanki. sesler şiddetini artırdığı halde bir türlü göremiyordum onları. 
..



neden sonra derinlerden gelen hoşt ünlemesiyle aynı saniyede kırılan bir cam bardağın şangırtısıyla 2019’a geri düştüm. havlayanlardan biri yanımdaki karabaşmış. öteki de sahinin tasmasını zor zaptettiği bembeyaz tüyleri olan, kocaman kangalımsı bir köpekti. tam ortalarında ak saçlı, açık sarı gömlekli ama beti benzi atmış, yüzünün rengi gömleğinin rengine dönmüş tonton bir amca. çok korkmuştu. ayaklarının dibinde cam parçaları. yine betona yayılmış çay ya da kahve ıslaklığı. oturttum hemen amcayı yanımdaki sandalyeye. yandaki masadan henüz açılmamış suyu kapıp elini yüzünü yıkamasına yardımcı oldum. amca bir kaç yudum su içerek kendine gelirken, kangalımsı köpeğin sahibi çekiştirerek götürdü kocaoğlanı. tartışmayı çelimsiz ve bakımsız vücuduna rağmen benim karabaş kazanmış görünüyordu. ama içi çay dolu bir fincana ve korkudan pır pır eden bir yüreğe mal olmuştu. 
bir koşu gidip yan masanın suyunu ve amcanın çayını alıp getirdim. amca bir elindeki çaya bir bana baktı ve “ama ben kahve almıştım” dedi.

night bird - mad world