20:00 / akşam; yemek için şehir merkezine iniyorum. kaptan şoförümüz öyle ince, öyle beyefendi ki insan fizan’a gitmek istiyor onunla. üstelik bir de barış abi seviyor. kasetçalarında dönence çalmaya başladığı an benim kafamda da düşünceler yuvarlanmaya başlıyor art ardına. hani ve sanki benim yerim; böyle küçük dertleri olan, sahil kasabası insanlarının bulunduğu, hayatın takvim yapraklarından daha yavaş aktığı küçük deniz şehirleri olmalı diyorum. hem hiç tereddütsüz, tüm samimiyet ve teslimiyetimle. böyle bir deniz kasabası. mümkün mü?
08:00 / ertesi sabah ; yalnız bir martı sahilde, günlük rızkının peşinde. çok uzaklarda ise bir
gemi. gidiyor mu duruyor mu belli değil. az ilerimde, orta yaşlı bir kadın. denizin kenarında sabah sporu yapıyor. ya da yoga emin değilim. birazdan denize girecek. belki de
hiç girmeyecek. onun elli metre sağında çekirdek bir ailenin yarısı denizde,
kalanı ise sahilde. koca sahilde bu kadarız. aslında heat filminin robert de
niro’su gibi tek başımayım. ha bir de muhteşem dalga sesleri ve iyot kokusu. ama böyle mutluyuz doktor. böyle çok mutlu.
...
11:45 / öğle üzeri; millet
olarak acı yemeyi, gösterişi ve gürültüyü çok seviyoruz. nedenini, niçinini
sosyologlar, mühim bilim insanları düşünsün, araştırsın. ben çok rahatsız
olduğumu şerh düşmek istedim sadece. ama ve sahi niye böyleyiz biz?
ne mide ne de beynim kaldırmıyor artık bu tür basitlikleri. yazarın basit yaşamalı dediği hayat bu olmamalı sanki?
hepsi bir örnek giyinmiş olan sarı
tişörtlü ‘biç’ görevlilerinin bana layık gördüğü tıkış tıkış kalabalık ve
gösteriş budalası koca koca adamların ve bangır bangır müziğin yanından sınıfın
tembel ve uyumsuz öğrencileri gibi en arkadaki sakinliğe attım kendimi. denize
biraz uzak kaldım ama sevmelerin en güzeli uzaktan olanı değil mi zaten? hem
sabah kimse yokken girmiştim denize. öğle sıcağında belki bir kez daha ve akşam
sakinliğinde kesin kez ama.
16:10 / ikindiye doğru; düşünmekten daha iyi
yapacak başka bir iş olmadığından tuhaf düşünceler geçmiyor değil aklımdan.
misal şu palmiye ağacları hallerinden memnun mudurlar acaba? rüzgarın serinliği
ile güneşin yakıcılığına sere serpe serdikleri yapraklarıyla orada öylece duruyorlar. ben böyle diyorum ama onlar pekala, ‘gölgemizle insanlara ilave serinlik veriyoruz’ diye övünebilirler.
kendileriyle barışıktırlar ve mutludurlar.
hem kim bilir bugüne değin kaç insan geçti
altlarından? her yaz, her sezon. kışın mutsuzdurlar ama kesin. rafa kaldırılmış
şezlong ve şemsiyelerle hayata küsüp ilk yazın gelmesini iple çektiklerine adım
gibi eminim. insanların bazıları da böyle değil mi? etraflarında ne kadar çok
insan varsa onlardan iyisi yok, yalnızlık onlara yaramaz. hep bir hareket, hep
bir atraksiyon. ben onlardan olmadım hiç bir zaman. palmiyenin kış hali
gibiydim daha çok. ama palmiyelerin aksine mutsuz değildim. lakin mutlu da değildim.
..
17:35 / akşam üzeri; o geldi sonra. etekleri uçuşan kıpkırmızı yazlık bir elbisesinin
içinde. kısacık, kumral winona ryder saçlarıyla ufka bir bakması vardı ki; plajdaki
erkeklerin gönlünü fethetmesi için başka hiç bir şey yapmasına gerek yoktu.
aurasının tüm plajını sardığından emindi. monet’in kadınları gibi dim dik duruyordu. ama ve asla kasıntı değildi. özgüveni bol ağır adımlarla 2 sarı tişörtlünün peşinde gözden
kayboldu daha sonra. rüya gibiydi. hatta hayat gibi. çok kısa sürdü.
.