merhaba - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

merhaba



aşağıda çok fazla gürültü var doktor. gökyüzüne sevdam bundandır. kuşları, bulutları sevmem sonra. uçakları hatta.
ama ve yine de yağmur yağsın isterdim bu sabah*
.
bir vakit instagrama köyümden bir fotoğraf koyup altına ; “bu güzelliği bırakıp istanbul illerinde niye sürünür ki insan” diye ahh etmiştim de “bir yolunu bulun dönmeyin o vakit” demişti değerli bir blogcu. oysa ben sadece gülümseyip şartlar denen o vahim bahanenin ipine sarılmıştım. ki tam üç yıl sonra hala aynı ipe dolanık yaşıyorum. her yaz sabahları yağmur yağsın istiyorum. gürültüden nefret ediyorum. sahilinden geçtim, sade ve küçük kasaba hayalleri kuruyorum. emeklilikte yaşa takılıyorum. bahanelerden tespih yapıyorum. sonra da onları bir bir iyi niyetlerimin yanına asıyorum. iyi niyetlerimin yanına bir bir.
.
şimdi işte istanbul’u benim için çekilir kılan tek yerde, balkondayım. huzur veren bulutları ve onlarla adeta raks eden martıları, tarifeli uçakları izleyip düşüncelere dalıyorum. şansım yaver gidip lodos denizin üstündeki pusu dağıtırsa uzaktan da olsa marmara denizini ve adaların bir köşesini görüyorum. güneşin batışını da izliyorum elbet. üstüne ahmet kaya dinleyip hüzünlerime hüzün katıyorum. sonra vakit akşam da olsa yağmur yağsın istiyorum yine.
.
bazen de bir şarkıya takılıp kalıyorum. ama öyle böyle değil. günde üç öğün, beş vakit, çalışırken, dinlenirken, arabada, vapurda, kitap okurken, -şimdi olduğu gibi- yazarken, yağmur yağıp güneş açarken, bulmaca çözerken, çöpü dışarı çıkarırken, tıraş olurken, dolmuşta para üstü uzatırken, markette alışveriş yaparken, balkonda kuşları izlerken sadece ve defalarca hep aynı şarkıyı dinliyorum. soluduğum hava, içtiğim su oluyor bu şarkı. ama işte sonunda abdülhak şinasi hisar beyfendi haklı çıkıyor. çünkü insanoğlu değişiyor. günler hatta haftalar boyu ayıla bayıla dinlediğim şarkı önce yeni şarkılar arasında gittikçe daha az dinlenilir oluyor ve sonra kayboluyor. aylar sonra rastladığında da gayet sıradan, olmasa da olurmuş kabilinden geliyor bazıları. o vakitler ne yaşıyormuşum da böyle histerik biçimde dinlemişim oluyor. işte böyle zamanlarda abdülhak şinasi gelir aklıma. fahimbey ve biz romanında “insanoğlu değil yıllar geçtikçe, günden güne, saatten saate değişir.” diyordu. galiba böyle bir şeydi yaşadığım. galiba..
.
bu arada cemal süreya’nın on üç gün mektuplarını yeniden okuyorum. doğrusu; altını çizdiğim satırlarını okuyorum bir bir. o kadar çok çizmişim ki akşam bitiremedim. sabah kaldığım yerden devam ediyorum. belki diyorum bir gün oturup gerçek bir mektup yazarım. sakıncasız, düşüncesiz. kalpten kağıda. içeriden dışarıya. belki bir gün. ama bugün değil..
.
son tahlilde; aşağısı diyorum doktor çok kalabalık ve sıcak. yağmur yağsa bu sabah, ne güzel olur. hem ne güzel..