‘sen seviyorsun diye aldım. yoksa biliyorsun kokusundan hiç haz etmem’ dediği balığı pişiriyor mutfakta. bense salonda haberleri izlerken birden aklıma düşen çok eski bir fotoğraf için eski albümlere yöneldim. hayatımızda bir çok şey değişti. ama albümlerin yeri hiç değişmedi. bir de işte o yataklı kanepenin. ölmeden bir hafta kadar önce, televizyonun tam karşısına taşıtmıştı rahmetli. albümü o kanepenin altında elimle koymuş gibi buldum. biraz dağınık. hatta bazı yaprakları kopmuş. düzeltmeye vaktim yok. doğrusu gücüm ve cesaretim yok. sanki çok fazla kurcalarsam bazı anılar yok olup gidecekmiş gibi geliyor. sakin sakin, bir serçeyi sever gibi bakıyorum geride kalan yıllara. aradığımı bulamadım. fakat daha önce hiç görmediğim bir çift fotoğraf buldum. oysa ve neredeyse her geldiğimde en az bir kez bakarım bu eski fotoğraflara. kaybettiğim bir şeyi arar gibi. dalgın dalgın. dakikalarca. ama işte bu iki fotoğraf? sanki dün konmuş gibi. en azından kış boyu görmedim. bordo bir vesikalık kılıfına sağlı sollu, özenle yerleştirilmişler. siyah beyazlar. ve çok genç. şimdiki yaşımdan da gençler. yan yanalar. annem bilinçli mi yaptı bunu bilmiyorum ama sol yanına koymuş babamı. fotoğraflarda gülme emaresi yok. ama mutsuz değiller. bilakis umutlu görünüyorlar. gözlerindeki ışıktan anlıyorum bunu. hiç yaşlanmamışlar, hiç ayrılmamışlar gibi. siyah-beyaz, kocaman bir tarih. ama artık yarısı yok. sonsuz bir özlem var.. albümü toparlayıp usulca yerine koymuştum ki içeri girdi. “balık hazır” dedi ve ilave etti. “keşke” dedi, sustu. devamını getirmedi. ama biliyordum dilinin ucunda sakladığını. babam da çok severdi balığı.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...