bi’keresinde cemal süreya’ya muhalif olup mutluluk kahvaltıda değil şu tepemdeki kış güneşindedir demiştim. ki hala aynı fikirdeyim. şimdi işte; bu mutluluğun ortasından yazıyorum. evdeki, işteki ve dahi hayattaki tüm dertleri yarım saatliğine oturmuş olduğum bu varoş kafenin altına gömdüm.
ocaktaki kız “çay mı abi?” diye seslendi. sanki hayattaki son cümlesini kurar bir bıkkınlıkla. “türk kahvesi. az şekerli olsun.” dedim gülümseyerek. istemsizce ve belli belirsiz gülümsedi. oralı olmadım. güneşe döndüm yüzümü. bizi kurtaracak olan nedir bilmiyorum ama güneş, kış güneşi her derde deva. yalnız bedeni değil ruhu da ısıtıyor.
garson döke saça getirdiği kahve ve suyu bir şey demeden masaya bırakıp gitti. belki sessizce ‘afiyet olsun’ dedi. ben duymadım. kulağımdaki müzik ayrı, kafenin müziği ayrı telden çalıyor çünkü. ama dedim ya hiç biri mühim değil şimdi. ocakçı kızın hayattan bezmişliği, garsonun vurdumduymazlığı yahut kafenin kulak tırmalayan müzik sesi. güneş. kış güneşi. iyi ki var. önce her kış üşüyen ve büzüşen parmak uçlarımda gezdirdim güneşin parlak sıcaklığını. sonra yüzümü, tek bir boşluk kalmayacak şekilde şefkatli elleriyle okşamasına izin verdim. nihayetinde kalbimi teslim ettim tüm sevgisine. her zamanki gibi içten kucakladı beni. tam da vaya con dios çalarken. böyle minik tesadüfleri çok seviyorum. meftunu olduğun güneş ve sevdiğin şarkıyla sarmaş dolaş olmak. üstelik defalarca ve dakikalarca. mutluluk diyordum. cemal süreya yaşasaydı şayet ona şunu sorardım. “üstad kış güneşinde kahvaltı ederken mutluluk üzerine düşündün mü hiç?”
.
vaya con dios - pauvre diable
.
vaya con dios - pauvre diable