sabah. pencerenin kenarındaydım. kaç gündür adeta davul zurnayla haberi yapılan, trakya’dan yurda giriş yapan kar yağışını izledim önce. sıkışan trafiğe baktım. kuşları düşündüm. trafiğin ve soğuğun içinde tartışan kırmızı ve yeşil montlu iki arkadaşı gördüm sonra. ‘mevzunuz nedir bilmiyorum ama bu hayat için değmez’ demek istedim onlara. diyemedim. zaten büyük bir gürültüyle seçim otobüsü girdi ana caddeye. tartışmayı bitirmek zorunda kaldılar. pencereden ayrıldım. ne vakittir elimde sürünen tanpınar’ın huzur’undan rastgele bir sayfa açtım. sanki meydan larousse açar gibi. o sayfada mümtaz’ın yarım sigara paketini sokaktaki işçilere verdiğinden ve ressam rembrandt’tan bahsediyordu. çok ilginç bir şey yoktu hani. aldığım yere yavaşça bıraktım kitabı. bu kez 2014 yazından kalma bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi’ni aldım elime. o da çok uzun sürmedi. üzerine bir blogda tanıtımını gördüğüm netflix dizisi russian doll’u açtım. yirmibirinci dakikasında kapatıp true dedective’in 3.sezon 3.bölümünü açtım. sıkıldım. instagrama bir kuş resmi koydum. rastgele ve şuursuzca bir sürü fotoğraf beğendim. sonra takip ettiğim ama tanımadığım birinin fotoğraflarında rembrandt’ı gördüm. gülümsedim. hatta üşenmedim, fotoğrafın altına bir paragraf da yorum yazdım. fakat saçma buldum yaptığımı. benim yaşadığımı ve hissettiğimi onun bilmesine gerek var mı dedim. sildim yorumu. bu minik tesadüflerden farkında olarak ya da olmayarak milyonlarcasını yaşıyorken. gereksiz buldum. pencerenin kenarına yeniden geldim. gazetelere, ana haber bültenlerine, dost meclislerine meze yapılan kar yağışına odaklandım yeniden. arka fonda lynda thalie varken ince ince, sakin sakin yağan karın evlerin ve arabaların çatılarını yavaş yavaş beyaza bulamasını izledim. eski günleri özledim. geri gelmeyecek olanın hüznü doldu içime. radyoyu kapattım. televizyonu açtım. mekanik bir ses konuşuyordu. “
istanbul’da beklenen kar yağışı nihayet başladı sevgili izleyiciler..”
.
lynda thalie - adieu mon pays