hüzünlü bir akşamüstü susmuşuz, durgunuz hepsi bu* - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hüzünlü bir akşamüstü susmuşuz, durgunuz hepsi bu*



ilk taşı atabilecek bir günahsız var mıdır gerçekten içinde yuvarlandığımız bu yerkürede? yahut kendi düşen gerçekten ağlamıyor mu? ya da geçelim tüm bunları da galata kulesine çıkalım ve aşağıdaki meraklı kalabalığa avazımız çıktığı kadar soralım; bir insan için bugün şer gibi görünen yarın hayır oluyor mu sahiden? on saniyede ve üç kelimeyle yıktığınız hayallerini, örselediğiniz umutlarını hangi profesyonel gerçeklerle ve hangi iyimserlik bardağıyla anlatabilirsiniz? dört yanlışın bir doğruyu yok ettiği bu coğrafyada bir doğru neden her şeyi parçalamak, yok etmek zorunda?
maskelerimiz, bırakın başkalarını kendimizin dahi aşamadığı savunma hatlarımız, iki yüzlülüğümüz, bahane duvarlarımız, bencilliğimiz, haklı çıkmak için arayıp da çok rahat bulduğumuz doksan dokuz adet sebebe rağmen niye hala bok gibi hisseder ki insan?
çoğunluğun hayrı için bir insanı feda etmek nasıl bir duygudur bilir misin viktor? ben biliyorum. hiç iyi bir şey değil canım viktor. hiç iyi bir şey değil. dedim ya bok gibi hissediyorsun. göğsüne oturup kalkan fillerin, kursağında tıkanan elmaların, armutların haddi hesabı olmuyor. keza vicdanına diş geçirmek için sıraladığın haklı sebeplerin de bini bir para etmiyor.
işte tam da böyle zamanlarda saga noren olmak istiyorum. maskesiz, hesapsız, kitapsız birileri üzülecekmiş yahut alınacakmış, küsecekmiş ya da kızacakmış diye gerçeği gizlemeden, tüm çıplaklığı ortaya seren malmö polis teşkilatının acar dedektifi saga noren.** olaylara yalnızca siyah ya da beyaz olarak yaklaşan, defterinde griye yer olmayan saga kızımız. doğru bildiğinden şaşmayan, aldığı kararları asla sorgulamayan. düz, dümdüz. tali yollara sapmadan. hep ana yoldan giden ilkeli dedektif.
acaba zor olan, zaman zaman ve hatta çoğu zaman yaşamı dayanılmaz kılan hayatın bizatihi kendisi mi yoksa zarifoğlu çok mu haklı? 
bize ağır gelen yine kendimiz miyiz?
yolda, okulda, işte başkalarıyla birlikte taşıdığımız kendimiz. her şeyi böyle komplike, en ince ayrıntısına, üçüncü dördüncü etki alanına kadar düşünüyor oluşumuz, basit yaşamayı beceremeyişimiz?
şimdi neden birinci çoğul konuşuyorsam..
neyse ve son tahlilde saga noren olmadığıma, olamadığıma göre böyle durumlarda yapılacak iki şey vardı benim için. ya zil zurna sarhoş olacaktım ya şarkılara vuracaktım kendimi. sarhoş olmayı bilmediğimden bildiğim en iyi şeyi yaptım. hiç dışarı çıkmadım bugün. telefonumdaki bütün ahmet kaya şarkılarını -ki 33 adet şarkı- üç tur dinledim. ama içimdeki o berbat, o acımtırak ve kesif duygu hiç dinmedi. bir açıklaması vardır elbet. bir açıklaması.. ama ve yine de mithad der ki; ilk taşı en günahsız olanınız atsın.
.
ahmet kaya - hep sonradan
.
** bron/broen