ben en çok istanbul’a dönüşlerden nefret ettim! - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ben en çok istanbul’a dönüşlerden nefret ettim!

evvelsi gün
iyi ki doğmuşum. nice sağlıklı ve mutlu yaşlarım olsunmuş. iyi ki varmışım. sağolsunlar. sevenlerim varmış. azlarmış. ama çok öz’el’lermiş. çok da güzeller. ve her defasında mahçup ederlermiş beni. ilk kez yeni bir yaş alma törenine yol’da yakalandım. yaz yağmuruna tutulmak gibiydi. çok güzeldi. içinde deniz olmayan şehirler bile güzeldi. konaklama tesisinin verandasındaki mini kutlama güzeldi. yaşamak güzeldi.
..
.
dün
yemek masasındaki en yaşlı kişiydi. yaşlı dediysem elli dokuz, bilemedin 60 yaşında. zaman dedi. ne çabuk geçiyor. insan kabullenemiyor. oysa çocukken hiç geçmezdi. hepimiz hem fikir olduk bu ‘yaşlı adamla’. elimizden daha fazlası gelmedi. sonra bir süre sustuk. herkes bir yerlere savruldu. aynı kişi devam etti. “yine de geriye dönüp baktığımda iyi yaşadım diyebilirim. yanlışlarım da oldu. acabalarım da. fakat keşkelerim hiç olmadı. ki önemli olan da budur yeğenler. ama işte zaman çok hızlı geçiyor. bunu unutmayın!” dedi.
biz bu sefer uzun sustuk. çok uzun...
..
.

bugün :
burada dağlar dumanlı. yer yer beyaz ve karla kaplı. hava buz gibi. ama tertemiz. meyve ve sebzeler çocukluğumuzdaki gibi olmasa da hala yenilebilir. hala tadı tuzu yerinde. insanlar, güzel insanlar. havanın tüm soğukluğuna ve hoyratlığına inat sımsıcak. kadirşinas, hürmetkar. en mühimi; samimiler. istanbullu diyorlar bize şakayla karışık. haklılar. ne kadar değiştiğimizi üç beş senede bir geldiğimizde onları görünce fark ediyoruz. adeta aynamız oluyorlar. iki üç günlüğüne de olsa “öze dönmek” iyi oluyor. metropol hayatında biraz daha devam edebilmek için güç veriyor.
çünkü burada hareketler olabildiğince yavaş. sokaklar sakin. korna sesi yok. bir yerlere yetişme telaşı yok. anadolu’nun insanı kucaklayan, güvende hissettiren şefkatli eli var. doğallık var. huzurun kokusu var.
..
.
şimdi işte; tüm bunları bıraktık. gri asfalt üzerindeki beyaz şeritleri sayıyoruz bir bir. dağların arasına açılan bölünmüş yollardan geçiyoruz. trafik işaret ve işaretlerine uyuyoruz. ‘acaba burada yaşamak nasıl olurdu’ diye düşündüğümüz on-on beş haneli sakin köylerin yanından seyrediyoruz. cd çalarımız bozuk. trt fm dinliyoruz. sertab erener. barış manço. eda özülkü. bircan pullukçuoğlu. ve sezen aksu. hep kahverengi tonlarda. geçtiğimiz kasabaların meşhur ürünlerinden tadıyoruz. çok beğendiklerimizden biraz daha fazla alıyoruz. yolun kalanında ve evde yemek için yedekliyoruz. ama ve elbet onlar da bitecek. bir tek anılar kalacak. bir tek hissettiklerimiz. bunun bilincindeyiz. ama ve yine de üzülüyoruz...
..
.