koridorun en ucuna, en uzağa bakıyorum. patenli bir genç kız. kumral saçları omuzunun bir karış aşağısında, cetvelle kesilmiş gibi düz. altında siyah taytı. üstünde bembeyaz yazısız, şekilsiz bir tişörtü var. bir sağa hamle yapıyor, bir sola. paten kaymıyor adeta dans ediyor. sanki sene 1984. ve ben sarajevo kış olimpiyatlarında katarina witt’i izliyorum. öyle bir bilinç. öyle bir hafıza. zaten zihin böyle bir şey. uygun rüzgarı bekleyen yelken gibi münasip bir çağrışımı bulmaya görsün. hemencecik zamansız, zahmetsiz ve elbet ücretsiz bir seyahate çıkarıyor insanı.
katarina, gözden kaybolurken onun bıraktığı boşluktan eli kocaman poşetli, mavi gömlekli bir adam büyüyerek bana doğru yürümeye başladı. bay c. (aylak adam-yusuf atılgan) geldi aklıma. ama bay c. hiç sevmezdi eli poşetlileri ve eli poşetli olmayı. bay c.’ye göre; onlar sıkıcı, sabit bir işi olan, her gün işe gidip akşam elinde poşetlerle eve dönen, toplum düzenine ayak uydurmuş sıradan insandırlar.
mavi gömlekli, siyah pantalonlu saçları önlerden hafif dökülmüş ve beyazlamış adam yaklaştıkça yusuf atılgan’a daha çok benzedi. üstelik uzaktan ağır, hantal ve çirkin görüntüsü yaklaştıkça zamanında pek çok kadının kalbini çalmış, yakışıklı bir kazanovaya dönüştü. karizmatik bir abi. geldiği gibi yine ağır adımlarla ve sağ elinde salladığı kocaman beyaz poşetiyle yavaş yavaş yanımdan geçip gitti.
bay c. sol tarafımdan oyun dışına çıkarken çekirdek bir aile girdi görüş alanıma. abidin dino için pekala mutluluğun resmi olabilirler. ama benim için belki!
çünkü ve zira otuzlarına yeni merhaba demiş bu çiftimiz el ele tutuşmuyorlar. göz göze hiç değiller. iki adım mesafeyle yürüyorlar. gençler ama yorgunlar sanki. 60 aylık araba yahut 120 aylık ev kredisi mi buna sebep? yoksa büyükşehir aurası mı? yahut başka bir şey? bilinmez. belki de abidin haklıdır. onlar mutludur. onlar kim? esmer bir kadın ve sarışın bir adam. hemen önlerinde kuşları kovalayan dört-beş yaşlarında kıpkızıl bir oğlan. adı ardacan. çünkü annesi söyledi. “ardacan koşma oğlum, terlersin.”
yok yok kesin mutsuz bunlar. kadın mutlu olsa çocukluğun olmazsa olmazı, mütemmim cüzü koşmayı, oynamayı, zıplamayı haşin bir ingiliz mürebbiyesi gibi engellemez. akışına bırakırdı. kadın öyle de adam çok mu farklı. “ardacan gel buraya. oğlum kime söylüyorum ben? ardacan!”
adam bağırırken iç sesim girdi devreye;
“efendi efendi, bırakın oynasın, koşsun çocuk. bak zamanında bizi de koşturmadılar. ‘yapma etme, dokunma konuşma’ dediler.
n’oldu?
başaramadık. sevmediğimiz okullara gidip nefret ettiğimiz işlerde çalışır olduk. ve kendimize pazartesi sendromu icat ettik.
ezcümle; çocukları rahat bırakın, hapsetmeyin, özgürleştirin.”
evet! diyeceklerim bundan ibaret.
şimdi şu turkuaz mavisi tişörtü olan abiye odaklanacağım. ama o da ne! bir afet geliyor uzaktan, koridorun karşı ucundan. bir meteor taşı gibi hızlı. ya da zaman bana çok çabuk geçiyor viktor. boy pos, endam yerinde. saçlar upuzun. az daha olsa bele değecek. bir sağa bir sola sallanıyor. koşmuyor, pyotr ilyiç çaykovski’nin kuğu gölü’nde süzülüyor adeta. hem siyah renk bu kadar mı yakışır bir insana. yaklaştıkça güzelliği de hd kalitede artıyor. makyaj yok denecek kadar az. doğal güzelliğim bana yeter diye akustik şarkı söylüyor.
ya kokusu?
aman allahım bu nasıl hafif, nasıl cezbedici bir kokudur. meyve özlü, hafif bir koku. fakat adını bilmiyorum. adı nedir acaba? sorsam söyler mi? -parfümünü kastediyorum elbet viktor.- hem turkuaz mavili adamdan bahseden kim? esmer güzeli diyorum. çok güzel. lakin rüzgar gibi geçip gitti yanımdan. üstelik bıraktığı etkiyi hiç bilmeyerek.
aslında ‘koridor yolcularından’ hiçbiri varlığımı bile farketmedi. bilmem kaç gros tonluk panama bandralı yük gemisinin boğazdan geçişi gibi geçip gittiler. ne patenli katarina, ne mavi gömlekli bay c., ne abidin’in tablo ailesi, ne de esmer güzel. hiç biri bilmiyor benim hayatıma ve hatta burayı okuyanların hayatına bir şekilde dokunduklarını.
onlar sadece bir parkın içinden, bir koridordan geçtiklerini düşünüyorlar. ama ya biz..
hayat işte böyle bir şey: tuhaf.
hani kuşlar, ağaçlar falan. ama güzel.