saros körfezi.
verandada oturmuş çayımın yanına katık ettiğim bir tabak dokusu tuzsuz kabak çekirdeğini kemiriyorum. leyla hanım vermişti önceki akşam. onlar bir süreliğine yoklar. şehre kızlarının yanına gittiler. koca ev bana kaldı. sabah erken denize girip çıktıktan sonra çarşıdan lüzumlu bir kaç parça eşyayı alıp eve döndüm. tuzlu su, hem yoruyor. hem acıktırıyor malum. yorgunluk faslı ağır bastı. televizyonda haberleri izlerken uyumuşum. kalktığımda karnım zil çalıyordu. dolapta pişmeden yenebilecek ne kadar besin varsa hepsini tükettim. sonra çay demledim. balkona çıktım.
şimdi işte sting kulağıma kulağıma newyork’ta ingiliz olmanın avantaj ve dezavantajlarını anlatıyor. sessiz kaldığı kısımlarda ise karşı yazlıktaki dsi’den emekli olmuş teyzelerin fal yorumlarını, şen ve şuh kahkahalarını duyuyorum. bazen de sol yan yazlıktaki amcanın televizyonundan chp’nin kurultay vaziyetlerini işitiyorum. bu hengamede yazmak dikkat dağıtıcı olsa da keyifli. çünkü; mutluyum. çünkü; yüzüm denize, sırtım ormana dönük. daha ne isteyeyim..
hah! az kalsın sokağın neşesi üzüm’ü unutuyordum. sağ yan yazlıktaki ferhunde hanımların süs köpeği. hep bu vakitlerde havlıyor. kara kuru ama şirin bir canlı.
yazmak diyorum böyle bir yerde, iş ve geçim kaygısı olmadan, sırtındaki yükleri düşünmeden, kendi kendine inşa ettiğin sorumluluk zincirlerini kırınca çok daha güzel.
.
lakin günler burada istanbul’da olduğundan daha hızlı geçiyor. bana sorsan az önce geldim derim. saydım. üç gün olmuş. sayılı gün çabuk geçeri boşuna söylememiş atalarımız. yine de çok fazla düşünmemeye çalışıyorum bunları. zira denizin kenarı ve hatta içi.
orası başka. bambaşka.
tüm dertlerin, bütün anlaşmazlıkların unutulduğu, sayılı günlerin buharlaşıp uçtuğu, bütün mümkünlerin bir araya toplandığı coğrafya. rüzgarın gelişigüzel savurduğu iyot kokuları, yüzü okşayan su damlacıkları, sınırsız mavilik doğal stressavarlarım.
.
öte yandan; en az yerel radyolar kadar yunan radyoları da çekim alanında burada. misal sabahları haberleri sunduğunu tahmin ettiğim kişilerin birbirlerine ‘kalimera’ demesinden günaydın dediklerini çıkarıyorum. o vakit ben de kalimera dünya, buongiorno insanlık diye bağırıyorum uçsuz bucaksız mavi boşluğa.
geçmiş gün - ki bundan tam dokuz yıl önce- ege’nin kuzeyinde başka bir yerde, denize boy vermiş yalnız bir kayanın tepesinde şöyle mırıldandığımı anımsıyorum: insanoğlunun yahut benim huzur içinde ölebileceğim yer, masmavi bir denizin ortası olmalı. evet. zira yaşamla ölüm o kadar iç içeki bu iyot kokulu mavi dünyada. yaşarken ölmek yahut ölmek üzereyken yaşamak istiyor insan. ölseniz de kalsanız da gam yemezseniz. o derece.
.
verandada diyorum. oturmuş çay içiyorum efkarla. sıla çünkü öyle içli söylüyor ki öğle vakti insanın hüzün damarları genişliyor, anılarında özlemler büyüyor, üç kişilik falan üzülesi geliyor insanın.
.
nikos vertis - thelo na me nioseis
.
nikos vertis - thelo na me nioseis