29 temmuz - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

29 temmuz

deniz kenarına diye çıktım. dolmuşlar dolu gelince semtin parkına kırdım rotayı. doğrusu bu ya bu rutubette değil hareket etmeye nefes almaya takatim yoktu. bazen işte; yaşadığın şehir ne kadar büyük olursa olsun, seçeneklerinin oluşu yahut imkanlarının çokluğu yine de eylemsizliğini kıramıyor. zamanın ve acının bir türlü geçmek bilmediği küçük bir anadolu kasabasındaki sıkışmışlık hissini aşamıyorsun. makus talihinin labirentlerini yıkamıyorsun. ve “sonuçta nasıl olsa hepimiz ölmeyecek miyiz”e bağlıyorsun. 

elbette ben de isterim buralarda her daim güzel, mutlu ve umutlu şeylerden söz edeyim sevgili rose. ama ve sen de çok iyi biliyorsun ki iki gün önce burada esen olumlu hava yalancı bir bahardı. serinletmeyen, aksine harareti harlandıran bir yaz yağmuruydu. açlıktan kırılırken dişin kovuğuna bile gitmeyen yiyecekti.

al işte; daha şimdiden yarısından fazlası dolu olan parkın unum hali: az ilerimde bir dede tahterevallinin etrafındaki üç torununa adil davranma telaşında. hemen yanındaki salıncakta gökyüzüne ulaşmaya çalışan çocukların yanındaki orta yaşlı abla ve abi de onlarla yarışıyorlar. beş yaşlarındaki sarı kafalı çocuğuyla önümden geçen baba, sol elinde çocuğun scoterını taşırken sağ elinde birazdan facebooktan canlı yayın yapacağı telefonunu tutuyor sımsıkı. sağ çaprazımda ise çekirdekten biraz hallice bir aile, yeşilliklerin üzerine özenle seriyorlar aile boyu hasırlarını. ve aynı titizlikle yerleştiriyorlar piknik malzemelerini. birazdan son ses dinleyecekleri radyo-teyplerini. arada da şen ve şuh kahkahalar. siyaset ve spor münazaraları. tam karşımda ise sarıya çalan tüyleri ve yumuk gözleriyle dünya yakışıklısı bir köpek pirelerini ayıklıyor. 
benim yapacak daha iyi bir işim yok. onları yazıyorum.

bazen de böyle, sahra çölünde susuz yahut leylasız kalmış mecnun gibi yazmak istiyorsun. ama kelimeler boğazına boğazına diziliyor. bir türlü cümleleşmiyor. o zaman işte sıcaktan kavrulan balkonda bir tutam rüzgarı bekler gibi boğazımda düğümlenen harflerin anlamlı birer cümleye dönüşmesini bekliyorum. böyle sartre bulantıları gelince beğenmiyor geri itiyorum. yutkunuyorum. ben yutkundukça arsızlaşıp çoğalarak geliyorlar.

dedim ya; yoksa ben de çok istiyorum güzel şeyler yazayım. emel müftüoğlu’na sardırayım. hayat bayram, insanlar el ele tutuşsa ve hep kardeş olsa masalına inanayım istiyorum. hayvanları sevelim. yerlere tükürmeyelim. gereksiz ışıkları falan hep söndürelim istiyorum. kendimiz için istemediğimizi başkaları için de istemeyelim. pırasayı, bamyayı sevelim diyorum. içimden hep bunları geçiriyorum. ama ve sokağa çıkıp otobüse metrobüse binince bütün iyi niyetlerimi bir bir asıyorum ahmet kaya gibi. insanlardan ve yarattıkları kaostan, gürültüden koşarak uzaklaşıyorum. eve kaçıyorum. balkonda esecek serin bir rüzgarla, defterime yazacak iki cümle için bildiğim bütün duaları okuyorum.
.
french latino - historia de un amor