içimde yaşlı bir adam. çekiştirip duruyor beni. yaşlı dediysem, öyle seksen, doksan yaşında biri değil. en az üç yüz, en çok dört yüz yaşında. nasıl tarif etsem? yükselme devrinden hemen sonra. lale devrinden biraz önce. öyle yaşlı. öyle yorgun. ama öyle güzel.
bazen eski, solgun bir mimari fotoğrafta. bazen içli bir şarkıda. ama en çok babamı özlediğimde.
içimde diyorum; yaşlı bir adam. lakin;
bir uyanıyorum yalnızım. öyle üzülüyorum ki.*
..
dışarısı zemheri. ama içim özlem dolu.
ne çok özlemim var bu akşam. saydım tam beş yok hayır, sekiz tane. fakat gerçekleşmesi en mümkün olanı sadece bir tane: yazmak.
sonrası yine özlemek. çok özlemek. yanıp kavrulmak.
şimdi işte, bir şarkının eteğine tutundum. ordan oraya savruluyorum. oysa;
ayrılık güzel, eğer hemen döneceksen.*
..
babam çayı çok severdi. ben oraleti. öyle alışmıştık çünkü.
“kahveci, bana demli bir çay. çocuğa da oralet.” dediğini duyuyorum. tavla oynarkenki ciddiyetini görüyorum. eve geç geldiği gecelerdeki kar kokusunu alıyorum.
içimde diyorum; yaşlı bir adam.
bu dünyadan olmayan. benden öte, benden ziyade. zira;
herkes bir parça aldı götürdü benden.*