tren raylarını hep sevdim* - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

tren raylarını hep sevdim*

sıcak kompartıman içinde soğuk şehirlerden geçesim var. bu sabah. radyodaki sanatçı “olağanca zenci gırtlağıyla” aint no sunshine derken zihnime düştü bu fikir. düşmekle kalmadı gördüm de. 
...
lüks sayılmayacak orta halli bir kompartıman. yataklı. gözlerimizde geceden biriken uyku. konuşmuyoruz. sabah ayazında yol alıyoruz. kimi ıslak, kimi bembeyaz örtüyle kaplı kasabalardan geçiyoruz bir bir. sağına yatmış sabah uykusundaki kavak ağaçları. katılığından ve dik duruşundan ödün vermeyen elektrik direkleri. karnında güneşi saklamaya çalışan gri bulutlar. sessiz yolculuğumuzun yol arkadaşları. 
nereye gidiyoruz? 
belli değil. galiba doğu ekspresi. ama yakın değil uzak doğu’ya kadar gitsin istiyoruz. 
zira kimsesiz mutluluğumuz bunu gerektiriyor. 
çünkü gözler yalan söylemez. 
hem sessizliğimiz uykusuzluktan değil mutluluktan. daha önce hiç geçmediğimiz köprülerden, nehirlerden, güneşin içinden, karların üstünden mutlulukla koşuyoruz. mutluluk çünkü yoldu. sevgi emekti. kar, üç harfli bir yağış şekliydi. ve çok güzeldi.
.
bir yerde duruyoruz. buğulanan camda işaret parmağımla önce bir daire çizip sonra içini de siliyorum. açılan boşluktan dışarıya bakıyorum. sarıkamış yazıyor koyu mavi tabelada. dışarıda kar atıyor. lapa lapa ama hiç acelesi yokmuş gibi sakin yağıyor. gözlerim dalıyor. farkında değilim. bunu sen söylüyorsun. hayırdır diyorum. hayır. çocukluğumun soğuk gecelerini anlatıyorum sana oracıkta. her yeni detayda gülümsüyorsun. sen gülünce içim ısınıyor. dünya daha sıcak bir yer oluyor. açlık, sefalet ortadan kalkıyor.
.
neden sonra trenimiz hareket ediyor. öncesinde kulakları sağır eden düdüğü çalıyor. peşinden bir tıslama sesi ve sarsılıp gıcırdayan tekerler. ritmi gittikçe hızlanan teker sesleriyle ağır ağır ilerliyoruz. aniden öne atılıp kolumdan tutuyorsun "eskisi gibi mektup yazsana bana" diyorsun. 
"burada mı? şimdi mi? "
evet n'olur?
çantamdan kağıt ve doğum günümde hediye ettiğin siyah dolmakalemi çıkarıyorum. yazmaya başlamadan önce her noktasını ezbere bildiğim yüzüne ama en çok gözlerine bakıyorum. gözlerinde çünkü kaybolmayı seviyorum. ve ben kaybolmazsam yazamam. bunu ikimiz de biliyoruz.
..
sevgilim,

ha deyince yazmak zor biliyorsun.
hani bütün sokak ve caddelerin ona çıktığı naif meydanları vardır bazı şehirlerin. işte tıpkı o meydanlarda olduğu gibi tüm düşüncelerim, yazdığım ve yazacağım bütün cümlelerim sana çıkıyor. ama ve yine de sana olan sevgimi kelimelerle anlatmak mümkün değil.
oysa ve şayet resmederek mümkün olsaydı seni anlatmak
önce rengini saçlarından alan kocaman bir güneş çizerdim göz kamaştıran güzelliğini anlatan
sonra beyaz, bembeyaz bulutlar çizerdim ulaşılamayacak yükseklerde ama bir tek benim görebildiğim ve ulaşabildiğim kalbinin yumuşaklığını, sevgi ile dolu olan genişliğini gösteren
anlatabilseydim şayet seni
yüksek, en yüksek dağını çizerdim ülkemin
ağrı dağı mesela, güneşe göz kırpan bulutlarla tokalaşan
anlatabilmek marifetse seni
uçsuz bucaksız bir deniz çizerdim rengini ve güzelliğini, dinginliğini gözlerinden alan
anlatabilseydim eğer seni
inadını, çocuk sevincini, hazır cevaplığını hırçın ve coşkun karadeniz dalgalarını çizerdim
seni anlatmak mümkün olsaydı şayet

şimdi ve hâlâ seni nasıl sevdiğimi anlat desen, yine anlatamam.
çünkü ben seni yaşıyorum.

bazı adamlar vardır
çok güzel yazarlar
bazıları çok güzel resim yaparlar, bazıları ise çok güzel konuşurlar
oysa ben sevgilim

çok güzel susarım gözlerinin derinliğinde

bir gün de diyorum hayallerimiz gibi büyükçe bir gemiye binelim. ve tüm dünyayı dolaşsın bu gemi. hiç durmaksızın denizler, okyanuslar aşalım beraber. sadece güneşin doğuş ve batış saatlerinde demirlesin ki her gün ilk kez görüyormuşçasına yine yeniden tanık olalım o muhteşem anlara.
ve ben o anlarda tekrar ve tekrar aşık olayım sana.
büyük hayaller kuralım sevgilim.
çünkü ben şimdi öyle yaşıyorum
                                        doğu ekspresi, 24.12.2017
..
sayfayı özenle dörde katlayıp sana uzatıyorum. hemen açıp okumak istiyorsun. ellerini tutuyorum.
"şimdi değil" diyorum. neden diye ama ve yine çok güzel bakıyorsun.
"sonra, ben yokken okumanı istiyorum."
 merak ediyorsun ama itiraz da etmiyorsun. "peki" deyip kağıdı özenle katlayıp, kalbinin üzerine saklıyorsun. gülümsüyorsun. ben bir kez daha aşık oluyorum sana. üşüyen parmak uçlarım ısınıyor. dışarıda karlar eriyor. dereler çağlıyor. nehirler taşıyor. içim içime sığmıyor.
o sırada  telefonum çalıyor.
çalıyor. çalıyor. çalıyor. elim bir türlü telefona gitmiyor.
"açsana" diyorsun.
gözlerimi gözlerinden ayırmadan elimi koltuğa uzatıyorum. telefon yok. bakıyorum hiç bir yerde telefon yok ama sesi kompartımanda artarak yankılanıyor. dönüyorum. sen yoksun. tren yok. kar yok. pazar güneşi odamın penceresinden içeri süzülmeye çabalıyor. telefonum ısrarla çalıyor.
.
.
bill withers - ain't no sunshine
.
* tezer özlü